Trench Crusade - Uykulu Çete Çatışma Raporları

Başlatan londrakan, Mart 17, 2025, 12:23:24 ÖS

« önceki - sonraki »

londrakan

Üye
İletiler: 17
Kayıtlı
Uykulu Çete - Başlangıç

Miskinlik kaçınılmaz olandır. Diğerleri didinir, çabalar, birbirlerini yok etmeye uğraşır. Öfke ateşiyle kendini küle çevirir, Kibir yükseldikçe körleşir, Hırs her şeyi yutmaya çalışırken boğulur. Kıskançlık kendi içinde erir gider, Şehvet ne kadar doymaya çalışsa o kadar aç kalır, Oburluk ise kendini bile tüketir. Ama Miskinlik hiçbir şey yapmaz. Ve hiçbir şey yapmayarak hepsini geride bırakır. Zira neye gerek var? Eğer yeterince beklersen, her şey sonunda kendi kendine çökmez mi? Her kale yıkılmaz mı, her ordu erimez mi, her düşünce unutulmaz mı? Cehennem'e hükmetmek isteseler, ederlerdi. Ama neden zahmete girsinler? Neden savaşsınlar? Neden çaba harcasınlar, eğer sonsuzluk zaten onlarınsa? İşte Praetor Uykulu Vhassus bunu biliyordu. Ve bu yüzden yüz yıl boyunca hiçbir şey yapmadı.

Vhassus, paslanmış pirinçten ve zamanın kemirdiği kemiklerden yapılmış tahtında oturuyordu. O kadar uzun süredir hareket etmemişti ki, vücudu zırhına gömülmüş, neredeyse onunla bütünleşmişti. Kalesi—eğer hâlâ bir kale denebilirse—Miskinlik diyarının en ücra köşelerindeydi. Bir zamanlar gökyüzüne yükselen kuleler şimdi eğrilmiş, ağırlıklarıyla toprağa gömülmüştü. Bir ölü devin çürüyen bedeni gibi, devrilmiş ve kalkmaya niyeti olmayan bir harabeydi artık. Salonun içinde, iki teğmeni diz çökmüş bekliyordu. Duran Morbhal hareket etmeyen, konuşmayan, düşünmeyen bir gölgeden farksızdı. Kılıcı toprağa gömülmüş, o kadar uzun süredir yerinden oynatılmamıştı ki kabzasında yosunlar yetişiyordu. Zırhı sanki etine işlemiş gibiydi, artık onu giymiyor, içinde yaşıyordu. Bir heykel gibiydi—ilk saldıran o olmazdı. Hatta ikinci de olmazdı. Ama vurduğunda mesele kapanırdı. Yanında Gönülsüz Sargath vardı. Miğferi ezilmiş, ama tamir edilmemişti. Eldivenleri kurumuş kanla kaplıydı, ne zamandan kaldığı bilinmeyen, eski ve unutulmuş bir kavgadan arta kalan izlerdi. Öfkesi büyüktü, ama yavaştı. Bir yanardağ gibi, patlaması için çağlar gerekirdi. O her zaman geç vururdu, ama vururdu. Onlar daha önce de buraya çağrılmıştı. Yine çağrılacaklardı. Vhassus'un karar vermesini beklemek, sabrın değil, varoluşun doğal bir parçasıydı. Yüz yıl boyunca Vhassus, savaşa gitmenin zahmetine değip değmeyeceğini düşündü. Yüz yıl boyunca hiçbir şey yapmadı. Ama açlık kaçınılmazdı.

"Belki... zamanı gelmiştir." Morbhal kıpırdamadı. Sargath iç çekti, ağır ve isteksizce. Bir ordu toplanmadı, çünkü gerek yoktu. Planlar yapılmadı, çünkü plan yapmak çabaydı. Sadece beklendi. Ve bekleyişle, haberler yayıldı. Er ya da geç, çete şekillenmeye başladı. Ama cehennemde çeteye katacak kimseyi bulamadılar. Ya çoktan dünyaya gitmişlerdi, ya da hareket etmek için bir kaç asıra daha ihtiyaçları vardı. Vhassus, iki teğmenini yanına aldı ve cehennem kapılarından çıktı. Dünya zaten bitmişti. Siperler çürümüş, ölülerin kokusu toprakla birleşmişti. Kimse neden savaştığını hatırlamıyordu. Savaş kendini sürdüren bir şey olmuştu. İşte burada, Lanetliler (Wretched) doğuyordu.

Çete üçünü seçti. Biri Boş Agares'ti. Bir zamanlar askermiş. Sonra unutulmuş. Öyle uzun süredir yürümüş, öyle uzun süredir savaşmış ki artık neden yaptığını bile hatırlamıyordu. Şeytanlar geldiğinde ne bağırdı ne de kaçtı. Yürüdü. Çünkü durmak daha fazla çaba gerektiriyordu. Diğeri Leşçi Yharn'dı. Ölüleri yiyerek hayatta kalmıştı. Ama açlığı hiç bitmemişti. İnsanlıktan çıkmıştı. Şeytanlar ona sonsuz bir çürüyen leşler ziyafeti sunduğunda, kabul etmek onun için en kolay şeydi. Sonuncusu Fısıldayan Veltha'ydı. Bir zamanlar rahipti. Dua etmişti, cevap almamıştı. O günden sonra hiç yükseltmeden konuştu sesini. Hep alçak. Hep bir fısıltı. Sadece ölmekte olan bir inancın hikâyelerini anlatıyordu artık.

Ve sonra Sol geldi. O davet edilmemişti. Diğerleri gibi Miskinlik'in takipçisi değildi. Canı sıkılmış bir gezgin veya karanlıkta yürüyen bir avcıydı. Vhassus onu gördüğünde, kim olduğunu sormadı. Neden geldiğini de sormadı. Sadece tek bir şey sordu: "Neden yürüyorsun?" Sol cevap verdi: "Neden duruyorsun?" Vhassus cevap vermedi. Çete ilerledi, ağır, yavaş, ama kaçınılmaz bir şekilde. Sol da onlarla yürüdü. Ne hızlandı, ne de geride kaldı. Davet edilmemişti. Ama reddedilmemişti de. Günler sonra, gökyüzü dumanla kaplıyken, tekrar sordu: "Miskinliğin yolu nedir?" Çete çamura bata çıka yürümeye devam etti. Ağırlıkları omuzlarına çökmüş, zaman üstlerine bir tabut gibi kapanmıştı. Vhassus ne kafasını çevirdi ne de gözlerini kıpırdattı. "Miskinliğin yolu olmaz," dedi nihayet. "Durakları olur."

Ama durmadılar.

Çünkü açlık onları çağırmıştı.

Ve cephe onları bekliyordu.

londrakan

Üye
İletiler: 17
Kayıtlı
İlk Çatışma

Savaş kaçınılmazdır. Er ya da geç, tüm yollar ona çıkar. Miskinlik bile savaştan kaçamaz. Yeterince beklersen, savaş seni bulur. Ve o gün, savaş geldi. Mühimmat deposunun etrafındaki sisin içinde gölgeler belirdiğinde, Heretic Legion'ın sabotaj için geldiğini anladık. Onları durdurabilirdik—ama neden şimdi? Çetenin çoğu gölgelerde saklanıyordu, hareketsiz bekliyordu. İlk hareketi düşmanın yapmasına izin verdik. Önden gönderdikleri War Wolf, depoya çarptığında patlamalar yükseldi, metal parçaları her yana saçıldı. Left sabırsızdı. Beklemek istemedi. War Wolf mühimmat kutularını parçalayarak ilerlerken, Left bir anda kayboldu. Işığın kıvrıldığı bir an, bir gölge sıçrayışı—ve bir nefes sonra War Wolf'un sırtına çökmüştü. Hançeri yaratığın boynuna saplandı, fakat War Wolf ölmedi. Ölmek için acele etmeyenler sadece biz değildik. War Wolf, Left'i üzerinden attı. Yere düşerken omzuna derin bir pençe darbesi aldı. Yarasını fark etmedi bile. Kalktı, ama geç kaldı. War Wolf Veltha'ya yönelmişti. Rahip kaçmadı, karşı koymadı. Sadece bir fısıltı çıktı dudaklarından, ama kimse ne dediğini duymadı. Bir an sonra War Wolf onu yuttu. O sırada gökyüzü yarıldı. Bir Artillery Witch gölgelerin arasından yükseldi. Havada yanıp sönen mühürler açıldı ve içlerinden bir fabrika katına açılan bir portal doğdu. Cehennemin derinliklerinde, hiç durmadan mühimmat üreten bir hat. Portalın içinden çıplak metal bombalar çekildi, havada asılı kaldı. Ve Artillery Witch, bunları bir anda fırlattı. İlk bombayı Sargath yedi. Patlama, onu geriye savurdu. Zırhı çatladı, sol kolu neredeyse işlevsiz hale geldi. Sargath bağırmadı. Acıyı fark etmesi zaman alacaktı. Ama artık savaşamazdı.
İkinci bomba Yharn'a fırlatıldı. O, hayatta kalmakta ustaydı. Patlamadan hemen önce kendini yere attı. Yarı yanmış ama hâlâ hareket edebiliyordu. Fakat artık savaş dengede değildi. Veltha yoktu. Sargath sakattı. Yharn ayakta ama etkisizdi. Sayımız giderek azalıyordu. Bir karar vermek gerekiyordu. Direnmek mi, yoksa çekilmek mi? Miskinlik direnmez. Miskinlik bekler.Vhassus konuşmadı. Ama çete onu anladı. Bir an sonra geriye çekilmeye başladık. Heretic Legion, bunu bir zafer sandı. Arkalarında yanan mühimmat deposuyla, War Wolf ulurken, Artillery Witch gökyüzünde yükselirken... Ama biz kaybetmedik. Yalnızca beklemeye geri döndük. Çünkü biz beklemeyi biliyorduk.
Sargath arkamızda yürüyordu. Tek kolu artık neredeyse işlevsizdi. Yharn fazla yara almamıştı ama savaşta kaybolan bir şey vardı: istek. Miskinlik içinde ilerliyorduk, kimse acele etmiyordu. Ama Left sabırsızdı. Derin nefesler alıyordu, gözleri hâlâ savaş alanına dönüktü.
"Neden savaşmadık?" dedi sonunda. Vhassus başını bile kaldırmadı. Sakin, tartışmasız bir şekilde konuştu. "Savaştık ve geri çekiliyoruz."
"Neden geri çekildik?"
"Değmezdi."
Left'in dişleri sıkıldı, adımları hızlandı. O bir avcıydı. Avın kokusunu alan biri geri dönmezdi, iz sürmeye başladıysa yolu tamamlamalıydı. Bir savaşı bırakmak, bir avı yarım bırakmak gibiydi. "Av gelene kadar hareketsiz kalan bir avcı, açlıktan ölür." Vhassus hafifçe başını çevirdi. Gözleri hiç hareket etmeyen bir gölge gibi sakindi. "Savaşta en uzun dayanan kazanır. Ama en uzun dayanan, en az savaşandır."

londrakan

Üye
İletiler: 17
Kayıtlı
İkinci Çatışma - Öfkeli Hücum

Geri çekildikten sonra bekledik. Beklemek, Miskinlik'in doğasında vardı. Ve er ya da geç, savaş yine gelecekti. Ama bu sefer, biz de hazırlıklıydık. Çetemize üç Yoke Fiend katıldı. Miskinlik onları eğitmezdi, ama yönlendirebilirdi. Onları fazla tutmak zor olmazdı—çünkü kan kokusu aldıklarında, zaten bırakmazlardı. Çok geçmeden Öfke'nin birliklerinden birine denk geldik. Biz beklerken, onlar hızla saldırıya geçti. Öfke düşünmezdi. Öfke vururdu.

Left fazla açılmıştı. Avına doğru fazla ilerlemiş, diğerlerinden kopmuştu. Öfke'nin Praetor'u bunu fark etti ve tek bir darbeyle Left'i yere serdi. Avcının aceleciliği, bu sefer ona pahalıya mal olmuştu. Ama saldırının hızı açıklar da bırakıyordu. Öfke sabırsızdı. Vhassus değildii. Vhassus hareket etti. Çoğu zaman hareketsiz duran, bir dağ gibi yerinde bekleyen Vhassus'un hücumu sessiz ve kesin oldu. Öfke'nin Praetor'u bir an önce zafer kazanmak istemişti. O yüzden kendini savunmaya vakti yoktu. Vhassus'un hamlesi onu oyun dışı bıraktı.

Sonra Hell Knight'a yöneldi. Tembelliğin gücü, Öfke'nin gücüne karşıydı. Öfke'nin Şövalyesi kükredi, ağır kılıcını kaldırdı—ama Vhassus, ona düşündüğünden daha erken ulaştı. Zırhlar çarpıştı. Aynı anda Pit Locust ve Lanetli Aziz, Wretched'ların ve Yoke Fiend'lerin içine daldı. Çığlıklar yükseldi. İki Yoke Fiend'i yere serdiler. Kısa ama kanlı bir boğuşma. Ardından Aziz, Sargath'ı göğsünde derin bir göçükle beraber yere serdi. Ama bu sırada Vhassus, Öfke'nin Hell Knight'ını alt etti. Öfke hızlıydı, ama fazla aceleciydi. Sayıları azaldığında, geri çekildiler. Öfke kaçmayı sevmezdi. Ama kazanamayacaklarını fark ettiklerinde, kaybedecek bir şeyleri de kalmazdı.

Ve biz? Biz yine bekliyorduk. Çünkü savaşı en uzun sürdüren kazanır.