Merhaba Ziyaretçi

Gönderen Konu: Oyun Özetleri  (Okunma sayısı 3053 defa)

Zamir

  • Partykiller
  • İleti: 469
    • E-Posta
Ynt: Oyun Özetleri
« Yanıtla #15 : Kasım 18, 2018, 01:33:42 ÖS »
17 Kasım Pazar- At Binenin, Kılıç Küşananın!

Fırtına dolayısıyla Büyük Göl A.Ş.'nin Tridon'a yapacağı sevkiyat gecikmiş. Bu nedenle yeni korumalar aramaya başlamışlar. Bu doğrultuda ben, Nariel (Son Çıkış'da muhtemelen en iyi at sürenler olarak) kara kanatlardan onbaşı Borstig ve eski Başçavuş Brass, atlarımızı alıp Lilda Nefes'in yanına gittik. İki araba vardı ve görevli 5-6 tane adam vardı. Atlara bindik ve yola koyulduk. İki buçuk günlük yolumuz vardı.

İlk gün oldukça olaysız geçti. Sadece Borstig'in atı Şanssız Kalıntılar'dan geçerken çok huysuzlandı ve geri dönüp bataklığa doğru girmeye başladı. Neyse ki Nariel'in hayvanlarla arası iyidir. Atı sakinleştirmeyi başardı. Yolda şarkı falan söyleyip akşama kadar yol aldık bu arada Nariel oldukça iyi at sürüyor, bi ara eyere ters oturup lavta falan bile çaldı. Her neyse güneş batarken Gadora Düzlükleri'nin solunda kalan üç yol kavşağına varmıştık. Tam kavşakta kalan gözetleme kulesinin arkasına kamp kurduk. Ben kulede Borstig aşağıda nöbet tutmaya başladık. İkimiz de uyuya kalmışız ama neyse ki bir şey olmadı.

Sabah erkenden yola çıktık ve yarım gün daha yok aldık. Tridon yolunu geçmiştik ve (adı henüz koyulmamış yada benim bilmediğim) vadi yolundan ilerlemeye başlamıştık. Bu arada Nariel uzaklarda bir kurt gördü. Hayvan bizi izliyor gibiydi ama fark edildiğini anlayınca uzaklaştı. Burası pusu için uygun bir yer olduğu için etrafımıza dikkatli bakıyorduk. Bu sıralarda Brass arkadan bir ses duyduğunu söyledi ve Borstig'le kontrol etmeye gittiler. Biz de ilerlemeye başladık ama ara biraz açılmıştı ki 11 tane atlı haydut etrafımızı bir anda sardı. Ellerinde ise ağlar ve sopalar vardı. Öldürmeye değil esir almaya geldikleri belliydi. Sadece Nariel ve ben kalmıştık, ikişer kişi arabalarla ilgilenirken diğerleri üzerimize çullandı. Zaten arabanın iki farklı tarafındaydık. Nariel bir tanesini attan düşürüp Tridon'a doğru dört nala sürmeye başladı. Ben ise atımı doğru anda çeviremedim ve beni sopalarla bir güzel benzetip bayılttılar.

Uyanınca öğrendim ki Brass ve Borstig arkada da iki haydutu indirip bizden tarafa gelmişler ve 4 haydutu daha indirip arkadaki arabayı en azından kurtarmışlar. Cesetleri incelediğimizde bu insanların sıradan haydutlar olmadığını, fark ettik. Üzerlerinde maymuncuk falan taşıyorlardı. Bu işi halletmek için özel olarak tutulmuşlardı. Ben adamların çok kalabalık olduğunu, ilerlersek bize tekrar saldırabileceklerini, en azından bu arabayla geri dönmenin mantıklı olacağını söyledim. Adamlar ise diğer arabanın peşinden gitmekte kararlıydılar. Sonuç olarak hep beraber kalmanın uygun olacağını düşündük ve sevkiyatçıların dediği gibi diğer arabanın izlerini takip ettik. Tridon'a giden yoldan ayrılıp sol tarafa giden bir patikaya girmişti. Çok zaman geçmeden diğer arabaya ulaştık. Bir mağaranın önüne park edilmişti ve üstü boşaltılmıştı. Tabi tam tahmin ettiğim gibi oldu ve pusuya düşürüldük yine. Bu sefer okçular etrafımızdaydı. Bu arabayı da bırakmamızı, esirleri bırakacaklarını söylediler. Ayrıca neden Büyük Göl'e yardım ettiğimizi, bu insanların köylülerin mallarını 3 kuruşa alıp Tridon'da bir servete sattığını söylediler. Ben tam durumdan haberim olduğunu ve benzer bir amaçla Kanlıkaya'daki çiftçilere yardım ettiğimi söyleyecektim ki adamlara onların neden bu çiftçilere yardım ettiğini sorduğum anda bir okla kendimden geçtim. Neyse ki yaralanmamışım. Uyandığımda çoktan içi boş arabayla geri dönüyorduk. Nariel'in ise durumu belli değildi ama o adamları atlatabileceğine emindim.

Döndüğümüzde Linda tabii ki memnun değildi ama durumumuzu anlayışla karşıladı. Bir miktar para da aldık(3altın). Ben dinlenmek için hana geçtim ve başımdan geçenleri Thalmir'e anlattım.

Tiritli Astorian
"Prodigious size alone does not dissuade the sharpened blade."

Caladwen

  • Üye
  • İleti: 6978
  • Any perils may look out for themselves.
    • E-Posta
Ynt: Oyun Özetleri
« Yanıtla #16 : Kasım 18, 2018, 03:58:53 ÖS »
13 Kasım - Kulaklar Bataklığı'nda Ot Toplama

Gün, sakin başlamıştı. Han'da oturmuş sakince bir şeyler tıkırdatmakta, kahvaltı yapmaya gelmiş insanları neşelendirmekteydim. Çok da dolu değildi Han.
O sırada, üstündeki arması hemen gözüme çarpan bir lejyon askeri Han'a girdi. Etrafa şöyle bir bakındıktan sonra gözü bana takıldı ve yanıma geldi. Benden, masalara giderek macera arayan insanları onun masasına yönlendirmemi, gelenlere de birer içki ısmarlayacağını söyledi. Yeni olmalıydı lejyonda, beni tanımıyordu, ben de onu tanımıyordum.

Masalarda gezinerek, üç kişi buldum kabul eden. Hepsi askerin masasına gidince dedim ben de gideyim bari, işim yok. Asker bana bu yardımım için bir altın verdi.

Adı Anthas imiş. Diğer üç kişi de kendilerini Martha, Nefarian ve Zinx olarak tanıttılar.
Anthas, görevi anlattı. Lejyonun şifacısı Learacc için ot toplamaya çıkacakmış, bu sepeble de insan toplamak istemiş. Learacc'ın adını duyunca gitmek istedim, çünkü kendisi benim manevi annem gibiydi ve lejyondayken bana çok yardımı dokunmuştu. Atılmama rağmen hâlâ bana iyi davranır.

Neyse. Hepimiz hazırlanıp, bataklığa doğru yola çıktık.
Bataklıkta gezinirken herkesin tetikte olmasını çünkü burada hem goblinler hem de büyük fareler, yılanlar gibi hayvanlar olabileceğini söyledim. Biraz gezindikten ve ot topladıktan sonra 5-6 tane dev fare önümüzden koşarak kaçtılar. Neyden kaçtıklarını anlamaya çalışırken, bir tıslama sesiyle arkama döndüm. Dev bir yılan, bize yaklaşıyordu. Fakat fareleri kovalayan bu değildi.

Yılana saldırmamalarını söyledim. Hayvan sadece meraklıydı ve saldırmak için gelmemişti belli ki, yavaşça yanına yaklaştım. Hoşuna gidebilecek sesler çıkartıp el hareketleri yaparak onu buradan uzaklaştırmaya çalıştım, işe de yaradı. Anthas orada resmen bana Ejdergöz muamelesi yaptı. Ama sadece hayvanlarla aram iyi.

Tam güvendeyiz derken, farelerin neyden kaçtığını fark ettik. Bir grup goblin önümüze çıktı, kaç kişi olduklarını hatırlamıyorum. Hepsini öldürdük ve yolumuza devam ettik.
Bir mağaranın önüne geldik ve Learacc bu mağaranın içinde aradığı bir takım mantarlar olabileceğini, böyle yerlerde yetiştiklerini söyledi. Bataklıklardaki mağaralarda geçirdiğim diğer deneyimler sebebiyle çok derinlere inmemek şartıyla içeri girdim. Burası bayağı açılıyor ve içeriye doğru da devam ediyordu. Troll veya goblin gibi yaratıkların burayı sığınak olarak kullanabileceğini düşünerek, birkaç mantar görüp onları bir kumaşa sararak kopardım ve dışarıya çıktım. Learacc bu mantarların istediği türden olmadıklarını, bunların asit salgıladığını ve neredeyse her şeyi eritebileceğini söyledi. Ben de dikkatlice, ezilmemelerini sağlayarak çantama yerleştirdim.
Şu ana kadar topladığı otların yeterli olduğunu, zaten sonra bir ara da toplamaya çıkacaklarını söylediler Learacc ile Anthas. Bu sebepten dolayı da geri döndük kasabaya sıkıntı olmadan. Anthas herkese kendi cebinden 2 altın verdi.

Náriel Tangölgesi
I am the ancient. I am the land. My beginnings are lost in the darkness of the past. 
                                        -Strahd von Zarovich

Caladwen

  • Üye
  • İleti: 6978
  • Any perils may look out for themselves.
    • E-Posta
Ynt: Oyun Özetleri
« Yanıtla #17 : Kasım 18, 2018, 04:51:02 ÖS »
16 Kasım - Şifa'nın Kaynağı

En son ot toplamaya lejyonla çıktıktan sonra Learacc'a yardıma ihtiyacı olduğunda beni her zaman çağırabileceğini söylemiştim. O da beni ciddiye almış ve lejyonla tekrar ot toplamaya çıkacakken, lejyon handan beni almaya gelmişti.

Hazırlanarak, hep birlikte yola çıktık. Hava oldukça soğuktu. Pelerinimin şapkasını kafama geçirmiş, iyice de sarılmıştım. Görevde teğmen Vlad, (yeni) başçavuş Brynhilde, yeni sanırım er Dadric ve geçen tanışma fırsatı bulduğum Anthas vardı. 

Neyse. Hep birlikte kayıkçıya gittik. Kayıkçı bize fırtınanın geldiğini, gidişin özellikle de dönüşün çok zor olacağını söyledi ama Vlad gideceğimizi söyledi. Learacc'ı kıramadığımdan ve diğerlerinin beni korkağın teki sanmasını istemediğimden kabul etmek zorunda kaldım. Keşke etmeseymişim.

İsmi olmayan bir adaya doğru yola koyulduk. Daha önce bu adaya Maden şirketi için gelmiştim ve Bolsaron haritasını çıkartırken iyice aklıma kazımıştım. Adada neler olduğunu vesaire biliyordum. Burası, su şeytanlarıyla ilk kez karşılaştığım yerdi üstelik.
Adaya ayak bastığımızda yağmur çoktan başlamıştı ve yavaş yavaş hızlanıyordu. Kayıkçı, bizi sadece sonraki gün öğlene kadar bekleyeceğini, gelmezsek gideceğini söyledi. Biz de kabul ettik.
Adada et yiyen sarmaşıklar vesaire vardı. Kıyıda durmak tehlikeliydi, her an yengeçlere veya su şeytanlarına yakalanabilirdik bu yüzden ormanın içine doğru yola çıktık. Herkese dikkatli olmalarını, sarmaşıklara dokunmamalarını söyledim.
Bu adayı aslında ilk gittiğimde çok sevmiştim. Değişik değişik ağaçlar, renkli renkli kuşlar ve daha önce adını duyup hiç görmediğim maymunlar vardı bu adada. Eğer acelemiz olmasaydı kendime bir maymun veya bir kuş yakalamak isterdim. Umarım birgün bunu yapabilirim.

Adanın içinde ot toplaya toplaya ilerlerken yağmur iyice hızlandı, sığınak bulmamız gerekiyordu. Daha önce gittiğimde bulduğum şelalenin arkasındaki maden mağaralarını önerdim. Tepenin üstüne çıkmayı çok istemediğimi çünkü orada en son koca kazanda kan pişiren su şeytanları olduğunu da söylemeyi unutmadım.
Neyse, hızlıca nehri bulduk ve takip ederek mağarayı da bulduk. Şelalenin altından geçerken eşyalarımız bayağı ıslanmıştı, hava da iyice soğumuştu bu yüzden ateş yakmamız gerekiyordu. Alt kattaki mağaralarda yakacak çok yoktu bu yüzden yukarı katlara çıktık.
En üstün bi' altında yeteri kadar yakacak bulduk. O sırada aklıma, en üstteki kapıyı muhtemelen açık bıraktığımız (önceki gelişimde) geldi. Bu yüzden Brynhilde, Anthas ve Dadric'e burada beklemelerini, hızlıca gidip geleceğimi söyledim.
Yukarıya çıkarken etrafı dinlemeye de özen gösteriyordum. Tam kafamı uzatacaktım merdivenlerden ki, çok iyi tanıdığım ince seslerle şıp şıp ayak seslerini duyunca, merdivenlerden aşağı depar atmaya başladım. Anthas o sırada aşağı inmeye başlamıştı. Ben ise hepsini geçerek koşa koşa aşağıya indim. Dadric ve Bryn de beni takip etmeye çalıştılar fakat hızlı koşamıyorlardı ve takılıp düştüler. Şanslarına, tek ışık kaynağımız benim meşalemdi ve ben de onunla birlikte en alt kata yol alıyordum.
Ben onları duyup koşmaya başlayınca su şeytanları da bizi duymuştu tabii. Aşağı inip Vlad'a haber verdim. "Çıkıp dövelim." dedi çok sakince ve yukarı geri çıkmaya başladık. Çıktığımızda gördüğümüz, Brynhilde ve Dadric topladıkları yakacaklar ile önlerinde ateş yakmışlardı ve su şeytanları bu yüzden yaklaşamıyordu.

Neyse. Geceyi orada geçirmek zorundaydık. Bir ara Vlad'la inip mağaralardan kömür topladık ve ateşi yükselttik. Su şeytanları da bize yaklaşmadılar.
Sabah olduğunda Bryn bize haber verdi, hissetmişti. Önce aşağıdan çıkmayı düşündük fakat indiğimizde geldiğimiz yerin su altında kaldığını gördük. Eşyaları tekrar sırılsıklam etmek istemiyorduk bu yüzden tepenin üzerinden aşağıya doğru inebileceğimizi söyledim. Tepeye çıktığımızda su şeytanlarıyla karşılaşmadık. Aşağı indik, yolu bulmaya çalışırken birkaç saat harcadık. En sonunda ayak bastığımız sahile gelmeyi başardık.
Bir de ne görelim?
Kayıkçı gitmiş.
Tüm adanın etrafında döndük belki kuytu köşeye girmiş fırtınanın geçmesini bekliyordur diye ama yok yok, adam dönmüştü ya da ölmüştü. Yağmur hızla devam ediyordu. Sığınağa dönmemiz gerektiğine karar verdik.
ADADA MAHSUR KALMIŞTIK.
Aşağıya, direkt adadayken aldığım notları ekleyeceğim.

------------------------------------------------------
ESARETİN 1. GÜNÜ :

Madenin en üst katında kalıyoruz. Burada bize yetecek kadar yakacak var. Kapıyı kapattık ki su şeytanları gelemesin. Anthas'ın ateşi var ve oldukça hasta. Learacc ona iyi gelecek bir şeyler yapıyor otlarla ve veriyor. Herkes yavaş yavaş acıkıyor, yemeğimiz yok. Bryn ve Dadric avlanmaya gitti. Uzun saatler boyunca dönmediler. Anthas beni yemeyi öneriyor... aşırı gerginim.

Bryn ve Dadric bir ceylanla geri döndüler. Anthas beni yemekte ısrarcı. Ama diğerleri izin vermedi. Learacc etimin sert olduğunu düşünüyor. O gün böyle geçti.

2. GÜN:

Çok yorgunum. Artık hana dönüp yatağımda uyumak istiyorum. Anthas hâlâ hasta. Dünki ceylan bize hâlâ yetiyor. Bugün avlanmamıza gerek yok. Çok da gerginim, atıldığım takımdaki insanlarla dolu bir şekilde adada mahsur kalmış durumdayım. Öldürseler kimsenin ruhu duymaz. Learacc'dan biraz derviş otu istedim rahatlamak için. 


Hayat çok güzel. Herkesi çok seviyorum. Thalmir, Astorian, Daffodil, sizi çok özledim. O barmeni bile özledim. Bıktım ben buradan. Oha, başım dönüyor.
Bana okuma yazma bilip bilmediğimi sordular. Ben de evet dedim. Git tahtalara bu adayı çiz, lejyon burada mahsur kaldı yazıp denize at dediler. Tamam.
Barut dolu varillerden birisini parçaladım, sonra fark ettim ki kapakları var. "LEJYON ISIRGAN ADASINDA MAHSUR KALDI" yazdım. Bu adaya Isırgan demek istedim çünkü sarmaşıkları insan yiyor. Hehe.
Parçalamaya çalıştığım varili üstüme giydim. Çok şık olmuştum. Bizim sığınağa geri dönerken, ayağım takıldı ve varille beraber tepeden aşağı yuvarlanmaya başladım. Taa mağaranın girişine kadar düştüm. Başım hâlâ dönüyor. Neredeyse kusuyordum. Kendimi durdurmasaydım daha çok yuvarlanırdım.

Geri sığınağa döndüm. Bana ne olduğunu sordular. Cevap vermedim. Uyuyacağım şimdi de. Başım çok ağrıyor.

3. GÜN:

Anthas iyi durumda. Avlanmaya gitti. Beni yemekten vazgeçtiği için mutluyum. Ama hâlâ korkuyorum. Herkes beni öldürecekmiş gibi bakıyor. Vlad her gün saat başı tepeye çıkıp gemilere bakıyor. Kimse bizi almaya gelmiyor...

4. GÜN:
Artık kimsenin gelmeyeceğinden emin olduk. Tepeye çıkıp, bir gemi geçerken barut varillerini patlattık. Barut yüzyıllardır burada olmalıydı ki tam olarak patlamadı, sadece duman çıkardı. Gemi bizi fark etti ve gelmeye başladı. Hemen iplerle tepeden aşağı indik ve sahile koştuk. Sarmaşıklar saldırdı ama atlattık.
Gemi, Anmas gemisi çıktı. İçinden çıkanlar ise Şanslı Birlik askerleri... daha önce 4 tanesini öldürdüğümüz, benim cesetlerini kuşbaşı kestiğim lejyonun askerleri. Haha...

Şu an gemideyiz. Silahlarımızı aldılar. Umarım kılıcımı geri verirler. Tüccarlar Anmas tüccarı değil gemideki. Bu biraz tuhaf geldi. Bizim handa kalacaklar askerler. Konuşup öğrenebilirim belki. Ama önce gidip uyumak istiyorum.
-----------------------------------------------------------------

Hana vardığımda direkt yatakhaneye gidip uyudum. Kimseye ne olduğunu anlatacak mecalim yoktu. Berbat haldeydim. Bir daha lejyonerlerin ipiyle adaya çıkmam- yok, kuyuya inmemdi o. Neyse.


Náriel Tangölgesi
« Son Düzenleme: Kasım 18, 2018, 04:54:12 ÖS Gönderen: Caladwen »
I am the ancient. I am the land. My beginnings are lost in the darkness of the past. 
                                        -Strahd von Zarovich

Caladwen

  • Üye
  • İleti: 6978
  • Any perils may look out for themselves.
    • E-Posta
Ynt: Oyun Özetleri
« Yanıtla #18 : Kasım 23, 2018, 12:41:30 ÖS »
21 Kasım / Altın Balık'ın Şeytanı Oyunu


Közlü İksirler Dükkanı'nın etrafa yaydığı ulaklar ve panoya astığı görev duyurusu üzerine, meraklanarak dükkana doğru yola çıktım. İş duyurusunda Altın Balık balıkçı barınağında bir sıkıntı olduğunu ve bunun çözülmesi için yiğit insanlar aradıklarını yazmışlardı.

Dükkana vardığımda içeride daha önceleri karşılaştığım Nefarian, Brass ve Rahibe Gria durmaktaydı. Ben de girince içerideki dükkan sahibi kapıyı kitledi, hepimize bir tabure koydu ve oturduk. Adı Meiken Kayakapı imiş ve Aydınlar Loncası ile bağlantıları varmış. Meğer bu Lonca ondan, bir Su Şeytanı'nı canlı yakalatmasını istemiş. Aynı zamanda tersanesine de saldırdıkları için Grisna Kardon da bu göreve katkıda bulunmuş, bu yaratıklardan yakalanmasını ve gideceğimiz bölgenin araştırılmasını istiyormuş. Bize yaratığı sakinleştirebilecek bir iksir verdi ve okları buna batırmamızı söyledi.

Kabul ettik, ne kadar yaratığı canlı bir şekilde bu tuhaf loncanın eline vermek istemesem de, meraklıydım.


Grisna'nın tersanesiyle anlaşmalı bir balıkçının teknesine bindik ve bizi Altın Balık'ta bıraktı. Ardorf, yani Grisna'nın kahyası bizi orada karşıladı. Çok saf, çok naif bir insan bu Ardorf.

Neyse, bize durumu anlattı. Altın Balık'ın olduğu koyun mağaralarında bu yaratıklar dolaşıyormuş ve geçenlerde bir kayıkçının kayığını batırmışlar, buradan 20 dakikalık kürek çekme mesafesinde. Kayıkçıyı kovalamamışlar, o da yüzerek dönmüş. Teknesinde balık taşıyormuş. Herhalde kolay yemek olarak düşünüp saldırdılar.
Bizden o mağaralara bakmamızı ve bir tane de yapabilirsek canlı yakalamamızı istedi. Sonra biz de ondan bize bir kova balık getirmesini istedik ki Su Şeytanı çıkmazsa yem yapalım bunları diye.
Geldiğinde bizi götürecek kayıkçıya gittik ve 20 dakikalık mesafeyle bahsedilen mağaraların oraya vardık. Biraz taşlık ve kaygan bir zemine çıktık, mağaraların girişine 3-4 dakikalık mesafe vardı.

Biz tam mağaraya yaklaşmış iken bir anda suyun içinden bir Su Şeytanı önümüze atladı. Gria, iksirli okları arkadan sallarken ben kalkanımla sersemletmeye çalıştım. Birkaç dakika savaştıktan sonra en sonunda tutabileceğimiz seviyede sersemlemişti. Nefarian yakaladı, Brass ve ben bağladık iyice ve üstüne pelerinimi geçirdim. Debeleniyordu ama kaçması imkansızdı. Kayığa taşıdık.

Kayıkta bu kaçamasın diye üstüne oturdum ve ölmesin diye arada yüzüne su döküyordum. Su içtikçe tuhaf tuhaf sesler çukartıyordu ve komik gelmişti bana. Akıllı bir yaratıktı bu daha öncelerinde karşılaştırdıklarımın tepkilerini de düşünürsek. Öyle salak hayvanlar değillerdi. Kendi kültürleri, aileleri, belki de tanrıları vardı. Bizimle aynı dünyayı paylaşan farklı bir ırk. Cücelerden ne farkları vardı? Cücelerin dilini anlayabiliyor muyuz? Hayır. Onları neden kesip biçip anlamaya çalışmıyoruz da bu zavallıları deneylere alet etmek istiyoruz?

Ben bu düşüncelerle boğuşurken Sonçıkış'a, Kuytukuyu'ya geri geldik. Şeytanı kayıktan kaldırdık ve karaya çıkardık. Bir koluna ben, bir koluna Brass girdi ve yürümeye başladık. İnsanlar korkunca pelerinimin şapkasını kafasına geçirdim ki ne olduğu anlaşılmasın.

Dükkana vardık, zorla şeytanı yanıma tabureye oturtturdum. Beni ısırmaya çalıştı. El hareketleriyle ısırmanın kötü bir şey olduğunu anlattım. Anlamıştı. Gözlerinde hüzünlü bir ifade vardı.

Meiken onu arka taraftaki korumalı depoya götürelim dedi. Kalbim acıyordu resmen fakat yine de taşıdım depoya. Bi kafes ve bir varil su vardı içeride. Meiken çıkmamı istedi. Çıkarken şeytana son kez baktığımda içimde bir şeylerin koptuğunu hissettim. O kadar üzgün bakıyordu ki... bu işe yarsım ettiğim için kendimden nefret ettim.
Ama arkamı döndüm ve çıktım.

Moralim alt üst olmuştu, verilen parayı istemedim ve çıkıp gittim. Gria arkamdan geldi, Papaya'nın bana yardım edebileceğini söyledi. Ben de öyle şeyler yapabiliyorsa, şu zavallı Su Şeytanı'na yardım etseydi dedim ve akşam üstü olmasına rağmen yatıp uyumak için bizim yatakhaneye döndğm.


Náriel Tangölgesi
I am the ancient. I am the land. My beginnings are lost in the darkness of the past. 
                                        -Strahd von Zarovich

Caladwen

  • Üye
  • İleti: 6978
  • Any perils may look out for themselves.
    • E-Posta
Ynt: Oyun Özetleri
« Yanıtla #19 : Aralık 09, 2018, 03:34:42 ÖS »
7 Aralık Cuma - Büyük Roshan'ın Dönüşü Oyunu

Bahar festivalinde de hana gelen "kahin", inanırsanız tabii, yine bizim hana gelmiş kalmaktaydı. Fakat kalışının gizli olmasını tembihliyordu. Gelişinden bir iki gün sonra etrafa gizliden haber saldı ve ben, Brass, Habis Bacı'ya yeni gelen Derya Teğmen ve Egemen Bayur er, bir de değişik bir tip olan Leonard Jonson adamın odasında toplandık.

Roshan anlattı. Üç kardeş, bunun arkasındaymış. Kumarbaz Fathu, Şişman Mithu, Sarhoş Nathu. Roshan bunların babasıyla alakalı bir kehanet söylemiş, gizli bir hazineyi bulmasını istemiş kardeşler ama Roshan bulamamış. Kardeşler de Roshan'ın bu hazinenin yerini bildiğine ve kendisine almak için onlardan sakladığına inanıyorlarmış.
Neyse. Roshan bize değişik bir içki verdi ve kardeşlere bunları içirmemizi, sonra da bir ambara gece vakti getirmemizi söyledi. Rol yapmayı bilen birimiz babaları gibi davranacaktı ve hayalet gibi onlarla konuşup hazinenin olmadığına ikna edecekti. O kişi de ben oluyordum.

Neyse. Diğerleri Mithu ve Fathu'ya gittiler, ben de Nathu'ya. Adamı bir türlü hiçbir yerde bulamadım. Ümidi kesip hana döndüğümde ise Fathu ve Nathu'nun, Derya ve Egemen'le oturduğunu gördüm. Yanlarına gittim ve Nathu'yu ikna edip ona ilacı içirmeyi başardım. Fathu'ya da diğerleri içirmişti zaten.

Bir süre sonra bunların kafa... gitti. Bayağı gitti. Uçuyorlardı resmen. Böyle olunca adamları direkt ambara götürmeye karar verdik. Tam götürecekken Roshan ve Brass yanıma geldi ve benim önce gitmem gerektiğini, ambarı hazırlamamız gerektiğini söyledi.
Ambara gittiğimizde Roshan bana resmen bir çarşaf giydirdi. Bir iple tavandan sarkıtılacağımı ve oradan kardeşlerle konuşacağımı söyledi. Etrafı duman altı yaptık tütsülerle ve gece karanlığında iyice bir şey görülmemesini sağladık.
Bir süre sonra Leonard, Derya ve Egemen 3 kardeşle beraber içeri girdi, ben de o sırada yukarıdan aşağıya sarkıtılıyordum.

"Oğullarım! Üzgünüm size yalan söylediğim için ama, hazine aslında yok..." gibisinden laf kalabalığı yaptım. Kardeşler iyice inanmışlardı ve sonunda Roshan'dan özür dilediler ve gönderdik.

Leonard'la ettiğim muhabbetler sırasında kendisinin buralarda yeni olduğunu ve uzun süre kalacağını öğrendiğimde, kenarıya çektim ve güzelce konuştum para konusunu. Kendisi ise, silahım yokken bana saldırmayı tercih etti. Karşılık vermedim ama kaçıp gitmedim de. Ona bunun sonuçları olacağını söyledim, yapmamasını söyledim. Nazikçe uyarıyordum fakat kendisi bunu tehdit olarak algılayıp iki üç kez daha üstüme, tekrarlıyorum, ben silahsızken saldırmaya devam etti.

En sonunda Derya ve Egemen onu tutmayı başardı ve bana düello yapmak isteyip istemediğimi sordular. Derya bana kılıcını ve hançerini verdi, böylece başladık düelloya. Öldürmek yasaktı.


Leonard, bana çizik bile atamadı ve ben adamı neredeyse ölme durumuna getirmiştim. Oldukça sinirliydim. Silahım varken bana dokunamayacağını biliyordum zaten. Leonard korktu ve 3 altını vermeyi teklif etti. Ben de, silahsız birisine saldıracak kadar onursuz birisinin parasını istemem dedim. Parayı almalıydım, şu an pişmanım. Ama o sırada ağzımdan çıkanları kontrol edemedim.

Egemen ve Derya biraz etkilenmişe benziyorlardı. Silahları geri verdim ve gün öylece bitti. Bu tatsız son, moralimi düşürmüştü. Eh... bu sefer Leonard bir daha karşıma çıktığında, ne yapacağımı biliyorum.


Náriel Tangölgesi
I am the ancient. I am the land. My beginnings are lost in the darkness of the past. 
                                        -Strahd von Zarovich

Zamir

  • Partykiller
  • İleti: 469
    • E-Posta
Ynt: Oyun Özetleri
« Yanıtla #20 : Aralık 15, 2018, 02:02:59 ÖÖ »
14 Aralık Cuma, İş Başka Arkadaşlık Başka

Ferolgar Naldöven adında Yerbüken'de dükkanı olan bir tüccar handa bir duyuru geçti. Mesleki rekabetle ilgili ufak bir meseleyi halletmek için ağzı sıkı birilerini arıyormuş. Ben Thalmir böyle şeylerle ilgilendiği ve Anmas'lı tüccarlarla iş yaptığımızı bildiğim için konuda bilgi sahibi olmak istedim ve adamla iletişime geçtim. Benimle beraber onbaşı Antas, çekiççi Eoseltas ve yeni tanıştığım bir genç olan Pirro'da vardı. Genç fena değil anladığım kadarıyla öğrenciymiş. Laf da dinleyen bir eleman, bizim handa kalmasını ayarladım belki işimize yarar. Bunun yanında Eoseltas ve Antas'ın görevde olması benim için hiç hoş değildi ikisi de tam görev adamı inatçı tipler. Her neyse herifin dükkanına girdik ama adam ortada yok. Çırağından öğrendiğim kadarıyla aslında farklı bir meseleyle ilgili bizi çağıracakmış ancak bir tehdit almış ve bu yüzden evden çıkmaya korkuyormuş. O yüzden öncelikle halletmemiz gereken mesele bu oldu. Biz de adamla konuşmak için evine doğru yollandık.

Ferolgar'la konuşunca işin rengi anlaşıldı. Adamın kapısının önüne baya "Buradan pılını pırtını toplayıp, dükkanını da kapatıp gideceksin, yoksa..." diye bir not bırakılmış yanında da zehir olduğunu tahmin ettiğimiz siyah bir sıvı dolu bir şişe konulmuş. Bunu kim yapmış olabilir, yakın zamanda seninle uğraşan eden oldu mu diye sorunca Korvus adında bir balıkçıdan bahsetti. Gerçi adamın adının Korvus olmadığı, mesleğinin de balıkçılık olmadığı kesin. Dediğine göre bu adam Başçavuşun da arasında bulunduğu bir ekip tutup bunları kandırarak Ferolgar'a ait olan bir kutuyu, kutunun içinde Ferolgar'ın evrakları varmış, kendisine ait olduğunu söyleyerek çaldırtmış üstüne de Ferolgar'ı tutuklatmış. İşin aslı ortaya çıkana kadar da çoktan tüymüş adam. Neyse dediğine göre bundan başka bir tatsızlık yaşamamış. Zaten çevrede de soruşturduk gerçekten öyle, Ferolgar'dan şikayetçi kimse yok gibi ortada. Hal böyle olunca dağılıp Korvus hakkında biraz bilgi toplamaya karar verdik. Ben hana gidip bizimkilere sordum, Pirro'nun da önüne yiyecek bir şeyler koydum ki karnı doysun adamın hem biraz bize ısınır. Bu arada biz evin kapısının önündeyken bir ara Pirro birinin uzaktan evi izlediğini fark etti. Biz bakınca uzaklaştı ama peşinden gidince yaklaşmayı başardık. Tabi ki sadece buradan geçtiğini ve Güney Yelbüken Ticaret Şirketi'ne gittiğini söyledi.

Onbaşı Antas kendi kaynaklarıyla konuşmaya gitti, Eoseltas'da cemaatten birilerine sormuş sonunda handa tekrar toplandığımızda az çok bir şeyler vardı elimizde. Şimdi bizim Ferolgar Dromnejliymiş, bu Korvus denen herif ise Anmaslı muhtemelen. Bunun husumetin kaynağı olması mümkün dedik sonuçta iki devletin arası epey gergin. Bunun yanında zehir Dev Örümcek Zehriymiş, ölçeğe göre felç eden yada ölümcül olan bu meret buralarda üretilen yada kolay bulunan bir şey değil bunu getirten her kimse epey profesyonel çalışmış. Elimizde pek bir şey yoktu ama Anmas'la bağlantılı olabileceği için Güney Yelbüken Ticaret Şirketi'ne gitmeye karar verdik. Korius öldüğünden beri başında kalfası vardı çok düşünmesem de belki bir şeyler bilebilir diye umarak yola koyulduk.

Vardığımızda daha önce karşılaştığımız kadın, kalfayla ofiste konuşuyorlardı. Bir iki dakika sonra içeriye biz girdik. Bu Antas kapıyı biz girince kilitledi, zaten Eoseltas ve bu bariz biraz manyak. Ben adamın ağzını hafiften ararken Eoseltas bildiğin masaya vurup herifi açık açık tehtit etti. Kapının kilitli olduğu da dışarıdan kapıya vuranlar sağolsun anlaşılınca kalfa epey korktu ve hiç bir şey bilmediğini açıkça belli etti. Kalfanın haline ben bile üzüldüm açıkçası adamı yok yere epey korkuttular bir şey bilmediği zaten barizdi. Her neyse biz bu adamla konuşurken Pirro'yu kadının peşinden yolladık bizim kalfayla işimiz bittikten bir süre sonra o da geldi. Dediğine göre kadın Kanlıkaya'da küçük bir evde oturuyormuş. Tekrar ayrılmaya karar verdik. Eoseltas ve Antas, Yerbüken Muhtarı Davos ile konuşmaya gidicekti biz de hem kadının evine bir bakıcak hem de Solomon ile biraz konuşucaktık.

Kadının evi epey küçük ve tek gözlü gibi gözüküyordu. Kapıyı Pirro çaldı ama içerde kimse yoktu anlaşılan. Bunu anlayınca Solomon'un yanına gittik. Solomon'la neyseki aramız fena değil, ama kadın hakkında o da pek bir şey bilmiyordu. Muhtemelen çiftçi falan olduğunu söyledi ama ismini yada ne zaman geldiğini falan bilmiyordu. Ben de o sokakta yaşayan dilencilerin bu konuda daha fazla bilgi sahibi olabileceğini düşünerek o tarafa tekrar yöneldim. Dilenciler kadının bir ay kadar önce geldiğini, ancak eve gelip giden bazı adamların da olduğunu, kadının ise evde çok durmadığını ve bazen gece bazen gündüz garip saatlerde eve girip çıktığını söyledi. Bunu öğrenince epey işkillendim. Kadında kesin bir bit yeniği vardı. Dilencilere biraz para verip kadını ve eve girip çıkanları biraz gözlemelerini söyledim. Geri dönüp bizimkilerle buluşunca gece olana kadar bekleyip hem eve girip çıkan oldu mu onu öğrenmeye hem de mümkün olursa eve gizlice girmeye karar verdik. Bunun üzerine bir kaç saat bekledik ve güneş battıktan sonra tekrar evin önüne geldik.

Dilenciler eve giren kimsenin olmadığını söyledi. Muhtemelen içerdeki kadın bizim bir şeyler aradığımızı fark etmişti. Eoseltas kapıyı zorlayarak açtı ve içeri girdi Pirro ve ben de Ferolgar'a gece saldıran olmaması için evini korumaya gittik. Sabah bunlar gelmeyince eve döndük. Anlaşılan bizimkiler bütün gece gelen giden olur mu beklemişler. Heralde casusları da kendileri gibi yarımakıllı falan sanıyorladı onu bilmiyorum. Neyse buranın casuslar tarafından kullanıldığını anlamış olduk. İçeride muhtemelen casusların bilgi alışverişi yapmak için kullandığı yatağın altına gizlenmiş bir kutu vardı. Kutunun içinde ise Ferolgar Naldöven'in Dromnej'li bir tüccar olduğu, işinin bozulması gerekirse öldürülmesi gerektiği yazıyordu, tilki benzeri bir mühürle mühürlenmişti ve aynı zehirden bir şişe daha vardı. Normalde bu kanıtı doğrudan Anmas'lı iş ortaklarımıza iletir ve ortaya çıkmasını engellerdim ancak yanımda iki tane görev aşkıyla yanıp tutuşan adam vardı bu yüzden uyum sağlamak zorunda kaldım. Kanıt yeterliydi ve bu kadın hakkında biraz daha bilgi edinmek için tekrar Güney Yelbüken kalfasıyla konuşmaya gittik.

Kalfa kadını ilk defa gördüğünü, isminin Sywl olduğunu ve Yerbüken'de bir dükkan açmak istediğini söyledi. Heralde burada iyice bir yer edinmeye çalışıyordu. Sonuç olarak yeterli bilgiyi edindiğimizi düşünerek Ferolgar'ın yanında döndük. Ediniği bilgiler doğrultusunda Dromnej'e haber vereceğini ve bundan sonra korumasını uygun olarak arttıracağını söyledi. Antas'da hemen iki koruma yollayacağını söyledi tabi. Neyse ödülümüzü verip bizi yolladı. Zehir şişelerinden ve mektuplardan bir tanesi adamda kalırken, bir mektup ve bir şişeyi de Antas, Kara Kanatlara teslim etmek ve olayı valiliğe taşımak için aldı. Ben de bu olayın Thalmir'in ilgisini çekeceğini düşünerek anlatmak için yola koyuldum.

-Tirili Astorian
« Son Düzenleme: Aralık 18, 2018, 06:57:48 ÖS Gönderen: Zamir »
"Prodigious size alone does not dissuade the sharpened blade."

Caladwen

  • Üye
  • İleti: 6978
  • Any perils may look out for themselves.
    • E-Posta
Ynt: Oyun Özetleri
« Yanıtla #21 : Aralık 20, 2018, 08:05:06 ÖS »
Gölge Oyun - 19 Aralık Çarşamba


Astorian'ın geçenlerde Anthas ve Easoltas ile beraber çıktıkları görevden sonra konu hakkında tekrar araştırma yapmayı istemesiyle ailemize yeni katılan Zynx, o ve ben handa oturduk ve konuşmaya başladık. Astorian bize bu Sywil denen kadın hakkındaki detayları anlattı ve Thalmir'in Anmas'la arasını iyi tutma isteği üzerine bu konuyu çözmemiz gerektiğini düşündü.

Tüm ipuçları, Sywil'in ya bir Anmas casusu ya da suçu Anmas'a atmaya çalışan bir Dromnej'li olduğuu gösteriyordu. Anmas casusu ise yardım edecek ve olayı örtbas edecektik, Dromnej'li ise bunu ortaya çıkaracaktık.

Etrafta Sywil hakkında bilgi almaya koyulduk. Kanlıkaya'dakilerin dediğine göre Astorian'ın son uğrayışından sonra kadın bir daha evine gelmemişti. Biz yine de eve girdik ve bir daha göz attık, hiçbir şey yoktu. Çıktığımızda üç hovarda bize gelip "Hop, siz kimin mahallesinde kimin evine giriyorsunuz?" gibisinden laflar attılar. Ben dağılın dedim ve bir tanesi beni ittirmeye kalktı. Bileğini tuttum. Az daha o elini büküp bir yerine sokacaktım, çünkü ardından hem bana hem de Astorian'a yumruk atmaya çalıştılar, fakat yapmadım.
Kendimi tutamayacak raddeye gelmişken arkadan bir adam bu üçünün de bileklerine çift crossbow pistol ile sıkarak bizi ayırdı.
Adam çok tuhaf bir tipti. Gayet normal bir onaliye benziyordu ama... bizi ileride kasabanın biraz dışına çıkardı ve konuştu.
Sywil denen kadını o da arıyormuş, eğer daha fazla bilgi almak istiyorsak akşam Eski Mezarlık'a gidecekmişiz.

Neyse. Biz hana geri döndük bu garip olayın gerçekleşişinden sonra ve de geceyi beklemeye başladık. Ben beklerken boş durmayayım diye Lilda Nefes'in kütüphanesine gittim ve birkaç Anmas kitabı bakındım, pek bir şey çıkartamadım okuduklarımdan.

Sonrasında ise geri döndüm ve Astorian, Zynx ve ben Eski Mezarlık'a yola koyulduk.

Vardığımızda adam ortalarda yoktu fakat bir süre sonra çıkageldi. Adama güvenmek için hiçbir nedenimiz yoktu ama Astorian'la falan bu adamın bize yardımcı olabileceğini düşündük. Adam kadının Ördek Çiftliği'nde olduğunu söyledi. Kendi ismini söylemedi, söylersem de yalan söylemiş olurum dedi zaten. Gidebiliriz dedi ve yola çıktık, bu adamın tek başına bize bir şey yapamayacağını düşünerek.

Yürürken Karen Çiftliği'nin oralarda pusuya düşürüldük. Fark edemediğimiz taraflardan ok yiyorduk. Yanımızdaki adam direkt siper aldı, ben de tam saklanacaktım ki Astorian ve Zynx iki ok ile vuruldu ve yere düştüler. Ok, zehirli olmalıydı. Onları çekmeye çalışırken bayağı bir ok yedim, hepsi zırhımda kaldı fakat en son bir tanesi eklem yerlerinden birisine denk geldi ve ben de zehirlendim... bir süre sonra kendimi bizim ikiliyle beraber yerde, hareket edemez halde yatarken buldum. Bizim adam savaşmaya uzun bir süre daha devam etti fakat en sonunda pes etmiş olmalıydı ki kaçtı. Bizi de pusu kuranlar alıp götürdü, o sırada bilincimi kaybettim.

Uyandığımda kollarımdan omzumun altından asılmış şekilde bir tavandan sarkıyordum. Kendimi kurtarmaya çalışsam da beceremedim, ses çıkarmamaya çalışıyordum. Yanımdan Astorian ve Zynx'in seslenmesiyle onların da burada olduğunu öğrenince, hayatta olduklarını da öğrenince bir nebze rahatladım. Biz bir süre ne yapacağız diye düşündükten sonra misafirperver ev sahiplerimiz, sahibemiz, ellerinde meşaleleriyle içeri girdiler. Bir mağara içindeydik.

Sywil, bizim kime çalıştığımızı sordu. Astorian ve ben laf kalabalığı yapıp zaman kazanmaya çalıştık fakat işe yaramıyordu çünkü özellikle Astorian ben konuşurken benim sözümü kesiyor, o kesince benim onu bölmem gerekiyor, bu sebeple de kadın bizi pek sallamıyordu. Çok susamıştık ve onlardan su istedik. Bize birer bardak su verdiler, ve dediler ki içtiğiniz şey aslında zehirdi, konuşmak için 8 saatiniz var yoksa antidotu vermeyeceğiz ve öleceksiniz...


Bir süre sonra zehir etkisini göstermeye başlamış gibiydi, en azından Astorian ve Zynx'te. Öğürüp duruyorlardı. Kadın geri geldiğinde beni buradan almasını ve ayrı konuşmak istediğimi söyledim.

Kadına, eğer biz sizi bulmasaydık başkaları bulacaktı ve başınız derde girecekti, bizi salın, bu olayı örtbas edelim ve hiçbir şey yaşanmamış olsun gibisinden konuştum fakat kadın beni hiç takmadı ve mağaraya geri götürdü. Doğrusu bir an beni öldürüp öldürmemek arasında gidip gelmiş gibiydi. Diğerlerinin yanına geri döndüğümüzde onlara da konuşmalarını söyledi. Astorian geveledi bir şeyler ama en sonunda Orin'le olan bağlantımızı ifşa etti... ve kadın bizi saldı. Meğer içtiğimiz şey zehir falan değil, küflü suymuş. Hatta silahlarımızı bile çalmadı. Tabii bizim planların ifşa olması hiç hoş değildi ama en azından yaşıyorduk.

Mağaradan çıkıp koşar adımlarla kasabaya geri döndük. Orada etrafta bize bu kadının yerini söyleyen ve bizi götüren adamı bulmaya çalıştık. Bir balıkçı tanıdığını söyledi ve ona adamı hana yönlendirmesini söyledik. Adam hana geldi ve ağzından bilgi almaya çalıştık fakat beceremedik. Adam iyi bir casustu ve ikimiz de taktiksel olarak aynı şeyleri yapıyorduk o yüzden birbirimizi nötrlüyorduk.

En sonunda adamı uğurladık... Hiçbir şey becerememiştik, az daha öldürülmüştük, ve planlarımız açığa çıkmıştı. Bunun siniri, saatlerce tavandan asılı kalmanın yorgunluğu ile yatakhaneye gittim, bizim Gurt çarşafımı ısırıp yemeye çalışırken de olsa bir şekilde uyumayı başardım...

Náriel Tangölgesi

I am the ancient. I am the land. My beginnings are lost in the darkness of the past. 
                                        -Strahd von Zarovich

Buzut

  • Katılımcı
  • İleti: 21
    • E-Posta
Ynt: Oyun Özetleri
« Yanıtla #22 : Aralık 21, 2018, 02:56:05 ÖS »
Tarihte Kaybolan Bilgelik-20 Kasım Perşembe
Yalnız Ada'da olan bir simyacının kurtarılması için çağrıya Lejyon'dan Başçavuş Brynhilde ve Dragon, Habis Bacı'dan Derya Teğmen, Papaya'nın yeni çekiççisi ve ben -Zynx- cevap verdik. Bir tüccar ile konuştuktan sonra bu simyacının peşinden gitmeye başladık.
5 kişilik bir teknede soğuk havaya rağmen bir sıkıntı çekmeden ilerledik. Yalnız Ada'ya vardığımızda etrafta pek bir canlı yoktu. Çamur içinde çok ilerlemeden insansı canlılara ait izler bulduk. Bu izleri takip etmektense yolumuza ilerledik.
Çok geçmeden karşımızdaki bir tepede çıplak bir deli bulduk. Bu delinin elinde tahta bir mızrak vardı ve bağırarak -anırarak- yamaça mızrağını fırlattı. Çok geçmeden kendi de aşağıya inerek -atlayarak- avının peşinden gitti.
Dragon ve Derya Teğmen yamaça dalarak adamı aramaya başladılar.
Adamı bulduğumuzda bir domuzu öldürmeye çalışıyordu. Domuz ona saldırdığında kolundan fena yaralandı. Domuzu sonunda öldürdüğümüzde -Başçavuş ve ben- adamı kurtarmaya çalıştık. Ama yaklaşık olarak 10 dakikaya hayatını kaybetti.
Adamın ölmesine bir küfürleşme başladı -Dragon ve Derya Teğmen- ancak daha da kötüye gitmeden Başçavuş durdurdu.
Ölen adamın eşyalarına baktığımda bir hançer ve kürk buldum. Hançeri Çekiççi'ye verip önümdekileri izlemeye devam ettim.
Sonunda aradığımız adamı bulduğumuzda bir tepenin üstüne çıkmış goblinlere taş, sopa veya sadece dal sallayarak korkutmaya çalışıyordu.
Goblinleri öldürmemize büyük bir patlamayla yardım eden simyacıyı teknemize götürürken deli hareketlerinden Teğmen dayanayamayıp adamı döverek öldürdü.
Adamın eşyalarına baktığımda barut kullandığına emin olduğum tozlara yakından bakınca barut olmadığını öğrendim.
Çantasında bulduğum çakmaktaşını ve matarasını alıp çantayı sırtladım.
Maalesef çantasını tüccara geri vermek zorunda kaldım. Tüccar Lejyon'a Teğmen'i istiyorlarsa hapse atabilceklerini söylerek maceramızı bitirdi.

Zamir

  • Partykiller
  • İleti: 469
    • E-Posta
Ynt: Oyun Özetleri
« Yanıtla #23 : Aralık 21, 2018, 07:36:40 ÖS »
21 Aralık Cuma - Her Çocuk Anne İster

Gurt ile yollarımızı ayırma zamanı geldi, ha bugün ha yarın bırakıcaz annesine derken zaten sinirli olan Thalmir daha fazla dayanamamış olacak ki götür şunu anasına, yetişkin ni ogre de bulmadan gelme dedi. Ben de Náriel'i çağırdım, o sıra ilk gördüğüm eleman olan yeni kız Zynx'i de yanımıza alıp yola koyulduk. Sessiz Gözcü'ye gidicektik ve bir kaç saat yolumuz vardı. Hem Gurt yolda yesin diye hem de ogrelere hediye olarak yanımıza bir kaç kilo erzak aldık. Rahmetli Salva beyimin atına yükleyip yola çıktık. Yolda biraz geyik muhabbet ettik ama çok soğuk olunca kimsenin de pek konuşası gelmedi. Bir süre sonra Gurt bizi biraz daha korunaklı bir alana yöneltti ve kamp yerini gördük.

Devasa ve iyi yapılmış çadırlardan oluşan yerleşkeye yaklaştığımızda iki ogrenin ateş başında bir şeyler pişirdiğini gördük. Başta bizden biraz çekindiler ve Gurt'u görünce de biz kovduk bunu neden getirdiniz diye bağrıştılar. Ama biz derdimizi anlatıp biraz da yemek paylaşınca az çok diyalog kurmayı başardık. Olay şu ki Gurt tembelin tekiymiş, gerçi beraber yaşadığımız kısa zamanda edindiğim tecrübelere bakarak çok da şaşırtıcı gelmedi. Kabilenin yararına hiç bir şey yapmadığı için de kovmuşlar. Kendini ispatlamazsa da aralarına almayacaklarını söylediler. Koruma olarak gelmeye ise pek sıcak bakmadılar maalesef. Herkesin yararına bir çözüm olarak Gurt'un kendisini ispatlamasına yardım etmeyi önerdik. Dediklerine göre bir takım insanlar gelip bunların yemeklerini çalıyor, ortalığa saçıp gidiyorlardı. Bunlardan kurtulursak aramızda bir dostluk başlayabilir düşüncesiyle yola koyulduk.

Bir takım izler buduk ama izler çok garipti, yolda Gurt'u biraz teşvik etmeye çalıştım ama çok istekli değildi. Çocuk işte canım öğrenir sonuçta. Neyse Náriel bu izlerin Ghoul izlerine benzediğini söyledi. Biz de buna göre hazırlıklı bir şekilde yola devam ettik. Bir süre sonra Gurt yere yatıp ölü taklidi yaparak Ghoulları çekmeye karar verdi. Ölü taklidinden değil de kendini yere atarken çıkardığı inlemeden dolayı sanırım bir süre sonra bir Ghoul yanaştı. Zynx onu tek okta öldürdü ve biraz ilerde bir tane daha gördük. Biz onunla savaşaduralım bir tane daha geldi ve iki Ghoulla savaşmaya başladık. Biraz yaralandık ve Gurt'un hiç yardımı olmadı.(Bir iki isabetsiz taş dışında) Aslında iyi çocuk da harekete geçirmek için arkadaşları olması lazım. Neyse onları falan öldürdük Náriel ghoulların inini de buldu. Anlaşılan hepsini temizlemiştik.

Ogrelerin yanına döndüğümüzde Gurt'u biraz övdük. Ogreler tam da ikna olmadı tabi ama yanlarına almayı kabul ettiler. Şimdilik yetişkin bir ogre gelmeye yanaşmadı ama ogrelerle iyi bir anlaşma yaptık. Avladıkları hayvanlardan elde ettikleri deriyi be yağı bize yemek karşılıği vereceklerdi. Bize önerdikleri oranı ufak bir matematikle gözden geçirince bizim açımızdan inanılmaz derecede kârlı olduğuna karar verdik ve anlaşmayı kabul ettik. Dostluğumuz biraz daha ilerlediğinde birinin bizimle çalışmayı da kabul edeceğinden eminim. Her ne kadar ogre getirememiş olsak da Kadersizler adına kârlı bir anlaşma ile dönmüş olduk. Umarım Thalmir memnun olur.
"Prodigious size alone does not dissuade the sharpened blade."

Zamir

  • Partykiller
  • İleti: 469
    • E-Posta
Ynt: Oyun Özetleri
« Yanıtla #24 : Ocak 08, 2019, 08:12:22 ÖS »
8 Ocak Salı - Serkeş Koyu'nda Saldırı & Suyun Getirdikleri

Sabah erken saatlerde kasabada bir yaygara başladı, denizdr bir çatışma mı ne olduysa artık bir grup denizci kayıpmış. O sırada bunları duyanlardan Brass, Vix ve handa kalan Cethril bana katıldılar. Önce geminin kaptanını bulduk, Rosra adında bir kadındı, hem telaşlı hem sinirliydi tabi, olay gerçekten çok çirkin. Dediğine göre serbest bir ticaret gemisi olan Hafifayak adlı gemileriyle Sonçıkış'a yaklaşırlarken Anmas gemisi olan Keski'yi görmüşler. Tabi çok endişelenmemişler ve Sonçıkış bayrağı çekip devam etmişler ancak gemi peşlerini bırakmamış. Bir süre sonra gemiyi batırmak için ateş etmeye de başlamışlar o bağırışlar arasında düşmana yardım ettikleri iddiasını da duymuşlar, geminin tayfası da iki sandala atlayıp kaçmış. Neyse Rosra'nın dediğine göre bir süre sonra diğer sandalı Altın Balık civarında gözden kaybetmişler, içinde yardımcı kaptan da dahil 5 adam varmış ve bunları bulabilir misiniz diye yardım istedi bizden.

Handan biraz battaniye, içki falan alıp yola koyulduk. Hava inanılmaz soğuktu. Brass atıyla yol alıyordu kalanlarımız da yürüyordu. Epey yürüdük, heralde Altın Balığa dönen yol ayrımına yeni varmıştık ki etrafta kurtları fark ettik. Açlık hayvanların gözünü döndürmüş olacak ki saldırmaktan çok çekinmediler. İki tanesi Cethril'i yere düşürdü, ben onun üstündekileri kovalamaya çalışırken yere düştüm ve bir tanesi de beni kolumdan çekip sürüklemeye başladı. Boynumu falan zar zor koruyordum ki bir anda korkunç bir yaratığın kükremesiyle bütün kurtlar kaçıştı. O an Vix yanımdaydı, epey korkmuş gibiydi diğerlerini bir an göremedim ama Brass'a seslenince cevap verdi ve tekrar biraraya geldik.

Cethril epey yaralıydı ama bir süre daha dişimizi sıkıp Altın Balık civarında bir ev bulduk. Bacasından duman tütüyordu. Evde bir cift ve kadının yaşlı annesi kalıyordu. Neyse ki kadın epey becerikliydi, Cethril'e epey yardımı dokundu, bize biraz çay da ikram ettiler. Yorgunluktan ve soğuktan biraz içimiz geçti ve uyukladık. Adama durumu anlattığımızda bize biraz yardımcı olabileceğini, hem gemi battıysa karaya vuranlara da bakmak istediğini söyledi. Kadınla beraber hazırlandılar biz de yola çıktık. Az biraz ilerledikten sonra bir yükseltiye çıktık, oldukça geniş bir görüş alanı vardı. Gemiyi görebilmek için etrafa bakmaya başladık.

Bir süre sonrs Cethril fark etti, gemi nispeten sağlam bir şekilde kıyıya yanaşmıştı. Hatta etrafında bir iki adam bile seçiliyordu. Geminin batmadığını anlayınca bizim çift evlerine döndü biz de hayatta kalanlar bunlar mı diye bakmak için gemiye doğru yola koyulduk. Kısa ve zor bir yürüyüşün ardından gemiye ulaştık. Ordakiler ise gerçekten tayfadan kalanlardı. Bir kişi kaybetmişlerdi ama dört kişi hala hayattaydı. Biz hemen Sonçıkış'a dönmeyi düşünüyorduk ama tayfanın planı farklıydı. Geminin Sonçıkış'a kadar gidebileceğini düşünüyorlardı.

Şimdi gemi kesinlikle sağlam gözükmüyordu hani ben pek anlamam ama bazı kısımlarının eksik olduğuna şüphe yoktu. Yine de gemiden arta kalanları satmak kaptandan alıcağımız üç beş kuruşun yanında kulağa çok güzel geliyordu üstelik adamlara yardım etmek de istiyordum. Hal böyle olunca yardım etmeyi kabul ettik. Brass Sonçıkış'a dönmek istedi biz de en azından kıyıdan bizi gözlemesini istedik. Vix yelkenlere geçti kalanlar da kovalarla suyu dışarı atmaya başladık. Su çok soğuktu, getirdiğimiz içkinin biraz faydası oldu tabi ama bir süre sonra herkesin eli ayağı tutmaz oldu, özellikle Cethril çok kötü görünüyordu.

Neyse gemiyi bir şekilde hareket ettirdik. Su boşaltmaya devam ediyorduk ama yelkenler şişince ve biraz hız kazanınca bu işin olucağına güvenim iyice artmışı. Ama işte tam da o sırada Keski uzaklardan görüldü. Oldukça hızlı bir şekilde arayı kapatıyordu, o sırada biz de kaçmak için sandalı hazırlamaya başladık. Bir ara Cethril kıyıya doğru uçarak uzaklaşmaya başladı. O telaş içinde nasıl bir tepki vereceğimi bilemedim. Neyse sandala atlamayı başardık ama bir baktım Vix ortalarda yok. Beklemelerini söyleyip hemen gemiye geri tırmandım. Bir bakındıktan sonra Vix'i gördüm bir çatlaktan bana elini uzatıyordu. Hemen çekip çıkardım ve sandala yetişmeye çalışık ama biraz uzaklaşmıştı. Bizi görünce yanaşmaya çalıştılar ama bir balista okunun daha ardından ikimiz de suya düştük.

Nasıl yüzüp sandala çıktım hiç bilmiyorum ama suya düştükten sonra Vix'i bir daha göremedim. Anlaşılan suya girdikten sonra bir daha çıkamamış. Boğulması çok üzücü oldu, onunla beraber iki denizci daha ölmüştü. Gemiyi de kurtaramamış olduk. Hayatta kalmanın yanında Anmas'ın gaddarlığını da görmüş oldum.

-Tiritli Astorian

"Prodigious size alone does not dissuade the sharpened blade."

Zamir

  • Partykiller
  • İleti: 469
    • E-Posta
Ynt: Oyun Özetleri
« Yanıtla #25 : Ocak 10, 2019, 01:14:31 ÖÖ »
9 Ocak Çarşamba - Ludo'nun Yolculuğu

Ludo yakın zamanda yanıma geldi, dediğine göre Tatlı Ağaçlar'daki Adil Selles sunağından bir çeşit çağrı hissediyormuş. Şimdi dürüstçe söylemek gerekirse benim gözümde tapınaktakilerin dinle imanla alaksı yok, hepsi ya manyak ya da tüccardan farksız ama Ludo farklı işte. Daha önce de anlattığım gibi herif Eas'ın seçilmiş kullarından. Her neyse bunu duyunca hemen hazırlandım zaten hiç bir şey yoksa handa anlatıcak iyi bir hikayem olucaktı.

Kaptan Wizez'le araları fena değildi de, hadi Antas'ın da tapınakla arası iyi, yahu bu ogre nerden çıktı? Daha önce lejyon binasında da gördüğüm bu iri yarı yaratık gördüğüm heralde en akılsız ogre, ki ogreler konusunda çoğundan tecrübeliyim. Herneyse iri kıyım dostumuzun adı Tork. Hep beraber yola çıktık, epey yolumuz da vardı ve kurt sesleri de arada duyuluyordu. Özellikle ormana doğru yaklaştığımızda etrafta kurt binen goblinleri de görmeye başladık.

Bunlar ejdergöz goblinlerdi ve yol boyunca bizi oklarla sürekli taciz ettiler. Neyse ki Antas bir vakit kollayıp liderlerini kafasından vurmayı başardı ve goblinler bir süre uzaklaştı. Yolumuza devam ettik tabi ki sonunda saldırmaları kaçınılmazdı. Bir kaç tanesini indirip yolumuza devam ettik, sunağa iyice yaklaştığımızda Ludo diz çöküp Eas'a dua etmeye başladı. Korkutucu bir şekilde Ludo dua etmeye başladığında bulutlar hafif aralandı ve üstüne biraz güneş ışığı vurdu, tam bu anda Antas acı içinde dizlerinin üstüne yığıldı. Ludo yüzüne baktığında boynuna doğru damarlarının ejder kanatları şeklini alacak şekilde kabardığını fark etti. Hepimiz bu olaydan epey şüphelenmiştik, Antas bunun lanetli bir eldivenden dolayı olduğunu söyledi ama ejdergöz işaretleri oldukça barizdi biz de silahını alıo gözetimimiz altında devam etmesini sağladık.

Az zaman geçmişti ki goblinler yine toplaşmaya başladı, bu sefer liderleri biraz daha öne çıktı ve, uydurmuyorum, konuşmaya başladı. Kocaman bir kurda binen bu iri yarı goblin Antas'ın onlardan biri olduğunu ve onlara ihanet ettiğini söyledi. Bu yüzden Antası bizden istediler ancak Ludo onun cezasını vermenin kendi hakkı olduğunu söyledi. Sonunda goblin Ludo'yu bir duelloya davet etti, goblin kazanırsa Antas'ı alacak, Ludo kazanırsa goblinler bu topraklardan gidecekti. Cesur şövalyemiz tabii ki bunu kabul etti ve öne çıktı. Gerçekten etkileyici bir çarpışmaydı, Ludo önce goblinin kurdunu öldürdü, ardından da goblini ağır yaraladı ancak kendi durumu da pek iyi değildi, şimdi burda anlatacaklarımı başka kimseye anlatmıycam çünkü maalesef birileri harika bir hikayeyi berbat etmeyi uygun gördü. Olan şuydu, şanslı bir darbe sonucu Ludo yere düştü ve goblin sevinç naraları atmaya başladı. Ben Ludo'nun kazanacağına emindim ancak Wizez çok öyle düşünmemiş olacak ki Antas'a goblini vurmasını söyledi ve öyle de oldu. Sinirlenen goblinler ileri atıldı tabi biz de atıldık ve Ludo'yu aradan çektik. Goblin lideri ölmek üzereydi ancak bedenini uzaklaştırmayı başardılar, yani hala hayatta olabilir. Her neyse handa bunu tabii ki Ludo'nun dövüşü adil bir şekilde kazandığı şeklinde anlatıcam, birileri tez canlı diye hikayemden olucak değilim. Sonuç olarak zafer zaferdir, her beraber Adil Selles heykeline doğru ilerledik.

Sunağa vardığımızda Ludo dua etmeye başladı ve bu sefer Antas konuşamayacak hale geldi, ejdergöz olduğundan artık şüphe yoktu, söylemeye çalıştığı yalanlara bile dili dönmüyordu. Biz onu tutarken Ludo bir işaret görmüşcesine heykelin arkasına gitti ve bir süre orada durup bir şeyin ucundan çektikten sonra muazzam bie çift elli kılıç çıkardığını gördüm. Kılıcı bize gösterdiğinde üzerinde Alevbüken yazdığını gördüm, Adil Selles'in ejderhalarla savaşırken kullandığı kılıç. Antas'a ne olacağı konusunda biraz tartıştık ama Ludo infaz etmeyi uygun görünce Wizez ve ben tutarken Ludo yeni kılıcıyla ejdergözün boynunu vurdu. Ceset bir süre sonra çürüme belirtileri göstermeye başladı gerçekten bir ejdergöz, hem de Easoltas'ın en yakın arkadaşı. Ludo'yu tebrik edip kasabaya döndük, Ludo'nun yeni bir kılıcı, benim de anlatılacak harika bir hikayem vardı.

-Tiritli Astorian
"Prodigious size alone does not dissuade the sharpened blade."