Kule Sakinleri

Genel => Yaşayan Kule - 2018 => Bölümler Arşivi => Arşiv => Kadersizler => Konuyu başlatan: birbiyomühendis - Ekim 11, 2018, 12:04:49 ÖS

Başlık: Oyun Özetleri
Gönderen: birbiyomühendis - Ekim 11, 2018, 12:04:49 ÖS
Özetlere, oyunun tarihini ve adını ekleyerek özetleri yazalım. aynı oyunun özetini farklı kişiler yazmasın lütfen.
Başlık: Ynt: Oyun Özetleri
Gönderen: zventul - Ekim 13, 2018, 12:09:03 ÖS
10 Ekim Çarşamba - Sessizce Halledilmesi Gereken Bir Başka Ufak Mesele

Güney Yelbüken Ticaret Şirketi'nin ağzı iyi laf yapan Son Çıkış Temsilcisi, bize meseleyi güzelce izah etti. Rakip şirket, bunların içkilerini bozarak itibarlarını yerle bir etmeye çalışmış ama son anda fark etmişler. Yaptıkları detaylı araştırma sonucu kimin yaptığını öğrenmişler ve bizlere şirketin müdürünün bulunduğu ambarı ve gideceği evi tarif ettiler. Adamın ağzından, kendilerinin yazdığı bir belgeyi imzalatmamızı ve aynı şirkete bağlı aydınlatma dükkanına da elimizden geldiğince zarar vermemizi arzu ediyorlardı.

Bahsettikleri limana yakın bölgeye gidip erketeye yattık. Sokakların kalabalıklığını, muhafızların devriye güzergahları ve zamanlarını tespit ettik. Eve girip adamı beklemek istedik ancak ticarethanelere yakın olduğundan sokak bir hayli kalabalıktı. Ekip içi bir uyuşmazlıktan dolayı işler sarpa sardı. Müdür evinin oraya geldiğinde hazırlıksız yakalanmıştık. Ben, Thalmir Kızılyılan, üstün becerilerim doğrultusunda doğaçlama olarak adamı ikna ettim ve Daffodil'in bir hayat kadını olduğunu, ona inanılmaz bir gece yaşatacağını herife inandırdım. Aradan beş dakika geçmedi ki herifin kapısına alacaklı gibi dayandım. ''Hırsız kadın! Kesemi almış!'' diye kapıya vurdum. Asıl amacım herifi kapıya çekmek ve Daffodil de arkasındayken içeriye doğru atılıp, evin içinde sessiz sedasız bu işi halletmekti. Ancak Daffodil silahına biraz erken davranıp adamın dikkatini çekmiş ve içeride bir arbede yaşanmış. Bu arbede sonucu Daffodil ağır yaralanmış. O sıra mahallelinin biri benim ses çıkarmama sinirlenerek küfürler savurmaya başladı. Ben de dikkati başka yöne çekmek için karşılık verdim ve bekçinin yanına gidip oraya gelmesini söyledim. Böylece bekçiyi de ekarte etmiş olacaktık. Adam beni görünce birden geri adım attı ve kuyruğunu kıstırıp evine geri döndü. Ben bekçiyi oyalamaya çalışırken herifin yardım çığlıkları sokakta yankılandı. Her ne kadar engel olmaya çalışsam da bekçinin düdüğü çoktan sokaklarda yankılanmaya başlamıştı bile. Mevzu boka sarınca ben de, kimse beni görmeden sıvışayım dedim ve ara sokaklardan birine kaçtım. Şans eseri Kadersizler'den Salin'i gördüm ve kol kola girip şarabımızı yudumlayarak Nazikbey'e döndük. Sonrasında ne oldu, ne bitti bilemem.

Başlık: Ynt: Oyun Özetleri
Gönderen: Zamir - Ekim 14, 2018, 09:47:35 ÖS
14 Ekim Pazar - Oyun Günü, 1. Oturum

  Sabah Habis Bacı ambarı önünde küçük bir kalabalık toplandık. Yaklaşık 20 kişi falan vardı. Kaptan Ateşsakal başta olmak üzere Kara Kanatlar'dan Vlad ve Kaptan Wizez olayı açıklamaya başladılar. Kuzeydeki haydut sorununu kökünden halletmek için Tatlı Ağaçlarda bulunduğunu düşündüğümüz sığınaklarını basmaya karar vermişler. Önce bilgi edinmek için farklı bölgeleri araştırmak üzere 4 gruba ayrıldık. Ben, bir denizci ve tapınaktan üç kişi aynı takımdaydık. Tapınaktan gelenlerin arasında önceden tanıdığım Jax da vardı. Yolumuz oldukça uzun olduğu için daha önce kendisi için çalıştığım Ferafil Rebulan ile konuşmayı tavsiye ettim daha önce de kendisinin bir işi için at arabalarından birini kullanmıştım. Rebulan bey beni oldukça iyi karşıladı az laflayıp kendisiyle anlaştık zaten haydutlardan kendisi de rahatsız olduğu için at arabasını almamıza kolayca izin verdi.

  İki arabacıyla beraber yola çıktık. Kasabadan çıkmadan Kara Kanatlardan bir Yarasa takımı da gördük. Akşam vakti kamp kurulucak yeri de tarif ettiler. Yol genel olarak sakindi. Gadora kalıntılarını geçtikten sonra arabadan inip ormana girdik. Arabayı geri yolladık.

  Ormanda biraz ilerledikten sonra küçük bir yerleşke gördük. Oldukça genç, altı yedi kadar insan vardı ve marangozluk tarzı bir şeylerle uğraşıyolardı. Jax ve ben konuşmak için ilerlerken diğerlerinin olası bir duruma karşı tetikte geride kalmasına karar verdik. Bizi görünce oldukça telaşlandılar, ayrıca tam konuşmaya başlayacakken ayrı bir grup geride bıraktığımız üç kişiyi gördü ve işler biraz sarpa sardı. Neyseki arkadaki ekip kimseye fazla zarar vermeden gelenlerin silah bırakmasını sağladı ve bir süre sonra herkes silahlarını indirdi. Anlaşılan haydutlar bu insanları haraca bağlamış ve üç çocuklarını da haydut olarak yetiştirmek için alıkoymuş. Çocukları kurtarmamız karşılığında bize istediğimiz bilgiyi vereceklerini söylediler biz de tekrar yola çıktık.

  Yaklaşık 15 dakika yürüdükten sonra haydutların ufak kampına vardık. Öğrendiğimiz kadarıyla yaşlı bir tanesi lider olmak üzere iki kişiydiler. Sessizce olabildiğince yaklaşıp saldırdık. Jax ve ben kadının teslim olmasını sağlarken diğer 3 arkadaşımız ihtiyarı halletti. Çocukları ailelerine teslim ettikten sonra içerdeki bir kaç altını ve ihtiyarın beyaz tüylü şapkasını alıp esirimizle beraber kampa döndük. Söz verdikleri gibi kalenin yerini de söylediler. Benim biraz yaralanmam haricinde görev gayet başarılıydı.
Başlık: Ynt: Oyun Özetleri
Gönderen: Caladwen - Ekim 16, 2018, 10:39:49 ÖS
14 Ekim Pazar - Ateşsakal ile Yıkık Dağ'a Gitmek


Görev günü şansıma, 4 Habis Bacı korsanı ile aynı ekibe düştüm. Rotamız ise Yıkık Dağ idi. Kaptan Ateşsakal da bizimleydi. Diğerlerinin adları Yngvar, Jeremy, Iggh'dı sanırım... o günün karmaşasından sonra yanlış hatırlamadığımı umuyorum.

Dağa vardığımızda, etrafta iz aramaya başladım. Ne kadar beni sevmeseler de gözüme güvendiler ve beni önden yürütmeye başladılar. Tabii bu olası bir kayıp için ilk kurbanın ben olmasını istediklerinden de olabilirdi.
Tepelerin ve kayalıkların arasından giderken, keçiden büyük fakat attan küçük toynak izleriyle karşılaştım. Hemen ekibi bildirdim ve bu olası yaratığı takip etmeye başladık.

Ish- Eas yanımızdaydı diye düşünüyorum ki goblinlerle karşılaşmadık. Gerçi karşılaşmamamızın sebebi haydutların orayı temizlemiş olması da olabilir.

Bir süre sonra takip ettiğimiz dar patika bir açıklığa ulaştı. Yine beni önden gönderdiler... gördüğüm şey ise bir mağara girişiydi, önünde ise ayak izlerinin muhtemel sahibi bir katır bekliyordu. Diğerlerine sessiz olmalarını işaret ederek katıra yaklaştım, eyer izlerinden bunun binek olarak kullanılan bir hayvan olduğunda karar kıldım. Yol mağaranın içi dışında başka bir yere gitmiyordu bu yüzden haydutcuklarımızın mağara içinde olduklarından hepimiz hemfikir olduk.

Mağaraya girdik ve ben önden ilerlemeye başladım. Olabildiğince sessiz gidiyor ve geldiğimizi duyurmamaya çalışıyorduk. Mağara içeride genişledi ve bir anda kendimizi 7-8 haydutun içinde bulduk. Sayıyı yanlış söylersem affola, hepsi birbirine benziyor mendeburların...

Ben kılıcımı, diğerleri ise yayları baltaları olsun çektiler ve bu adilere saldırdık. Neler olduğunu anlayamadan 4'ünü indirmiştik bile. Onların başı olduğunu düşündüğümüz irice bir adam biraz zor düştü, ama sonuçta düştü. Bu sürede Ateşsakal bayağı hasar aldı, ben ise birkaç çizikle kurtuldum. Şansım yaver gitmişti, hem adam öldürmüş hem de kendimdem bir şey kaybetmemiştim.

Birkaç minik dövüşten sonra kalan son iki haydut teslim oldu. Onları sonraki aşama için esir aldık. Sorgulamamız ve haydutların asıl yerini öğrenmemiz gerekiyordu. Böylece Yıkık Dağ'daki görevimiz ve haydutların sonu gelmiş oldu.


Náriel Tangölgesi
Başlık: Ynt: Oyun Özetleri
Gönderen: Caladwen - Ekim 16, 2018, 10:59:04 ÖS
16 Ekim Pazartesi - Son Fener Adası Kontrolü



Lejyona verilmiş bir görev olmasına rağmen hem Astorian hem ben, göreve yama olduk.

Görev bir ticaret şirketi adına verilmişti... Maden... güney... ay, hatırlayamıyorum, kusuruma bakmayın! Kafa gidik biraz, heh.


Lejyondan iki onbaşı (Norman ve Arkthus), daha önce karşılaştığım kötü kokan bir derviş (n'olursunuz şu adamın handa yıkanmasına izin verelim yoksa bir gün koku duyumu kaybedeceğim) vardı biz ikimizden başka. Kırık Yelken adasına çok yakın olan Son Fener Adası'na yola çıktık.

İndiğimizde karşımızda bir orman vardı. İçeriden geçerken ben birkaç ciyaklama sesi duydum, ağaçtan ağaca zıplayan birkaç figür gördük ama ne olduğunu çıkartamadık. Tam Kule'ye giden tepeye çıkacakken arkamızdan ok yememizle gördüklerimizin goblin olduklarından emin olduk. Astorian ve Arkthus ağır yara almıştı, Norman o kadar olmasa da yaralanmıştı. Derviş ve ben ise ok yememiştik.


Koşarak tepenin üzerine çıktık ve goblinlerin atış mesafesinden uzakta kaldık. Kule çok tekinsiz görünüyordu ve içeriden tuhaf sesler duymuyor değildim. Norman buraya girmek istemedi, derviş Wulfric ise gireceğini ve bize bilgi vereceğini söyledi biz de kabul ettik.

İçeride ne gördü bilmiyoruz ama bir şeyler olduğunu söyledi. Belki de cidden tam göremedi ama orada canlı bir şeyler olduğundan emindi. Geri çıktığında, Norman görevin burada bittiğini söyledi, yapabileceklerimizin bu kadar olduğunu. Bizim için önemli değildi sonuçta görev başarılamazsa bu lejyona patlayacaktı ve bu durumdan çok da memnun olurdum.


Wulfric burada biraz daha kalacağını, bizim kayıkta akşama kadar beklememizi, dönmezse gitmemizi söyledi. Norman kabul edince diğer onbaşı Arkthus da etti, biz de kendimizi tehlikeye atmadık ve kayığın oraya, sahile döndük. Ormana girmemeye dikkat ettik tabii ki.

Kayığın orada Norman, Arkthus ve Astorian'ı iyileştirmeye çaşıştı. Arkthus turp gibi olmuşken Astorian hâlâ halsiz ve yorgundu, burada bir dalavere mi var diye düşünmedim değil. Kadersiz olduğumuz için bize yardım etmek istememiş olabilir.


Birkaç saat orada bekledikten sonra gözüm deniz içerisinde hareket eden büyük, KOCAMAN şeylere çarptı. İki yengeç, son hızla bize doğru gelmekteydi. Herkes oklarını çekti ve bu yaratıklara sallamaya başladık. Bazısı vurdu, bazısı vuramadı. Bu sırada derviş de geri gelmişti, derviş ve kayıktaki denizci karı-koca bize kaçın diye hareketler yapıyordu ama Norman kaçmanın akıllıca olmadığını ve kaçarsak ölebileceğimizi söyledi.


Yengeçler fazla korkunçtu... hepimizin eli ayağı birbirine dolanmıştı. Savaşırken istemsizce titriyor, reflekslerimiz yok olmuşcasına tepki veremiyorduk. En sonunda Astorian, Wulfric ve ben kayığa kadar kaçmayı başardık, Norman'ı dinlemedik. Arkthus ve Norman hâlâ karada yengeçlerle savaşıyordu. Arkthus iki yengecin üzerine gelmesiyle hayatını oracıkta kaybetti, yazık. Gerçi deliydi biraz. Pek önemli değil. Lejyon bir onbaşısını kaybetmiş oldu. Norman kayığa ulaşmayı başardı. Yengeçler kayığa saldırsa da fazla hasar vermeden açılıp, Sonçıkış'a dönmeyi başardık.


Görevin akıbeti ne oldu, o ticaret şirketi Kara Kanatlar'a nasıl tepki verdi falan ne yazık ki bilmiyorum, ama çok hayırlı olduğunu da düşünmüyorum. Sonuçta verilen görev tüm adayı kontrol etmek iken biz sadece 1 saatlik bölgeyi gezebilmiş, oraları da yarım yamalak inceleyebilmiştik.



Görev bu şekilde sona erdi.

Náriel Tangölgesi
Başlık: Ynt: Oyun Özetleri
Gönderen: Zamir - Ekim 19, 2018, 12:03:30 ÖÖ
18 Ekim Perşembe Yeni Dostlar
Cuma saat 10 civarında ben (Astorian), eski başçavuş Brass ve bizim kadersizlerden Daff'la beraber Vrelcog'un karşısındaydık. Bize olayı gayet net bir şekilde anlattı. Ferafil Rebulan'ın artık her neredeyse kendine ait bir portresi varmış ve bizim bu portreyi bir güzel biçmemiz gerekiyor. Benim Rebulan beyle az çok konuşmuşluğum olduğu için tablonun yerini de biliyordum sahil tarafındaki ambarda ofisindeydi. Bizimkilerle az çok planımızı yaptık içeri gizlice girmek için biraz ekipman da alıp biraz etrafta adamı soruşturduk. Anlaşılan cumartesi günleri ahbaplarıyla hanın belli bir bölümünü kapatmayı seviyordu. Genç bi karısı ve çocuğu da vardı. Papaya Tapınağı yakınlarında bir evde oturuyordu. Her neyse Daff'la adamın ambarına bir yaklaşıp uzaktan etrafı inceleyelim hem de belki bazı çalışanların ağzını ararız dedik. Bu sırada Brass da adamın evine bir göz atmaya gitti. Febulan orada değilmiş. Biraz çalışanlarla konuştum Daff orada çalışmak için kalfayla konuştu, adam sabah gelmesini söyledi.

Akşam handa tekrar bizimkilerle buluştuk. Brass adamın evinin bir kaç bekçiyle korunduğunu söyledi. Yarın Febulan'dan adamın anahtarını çalmanın iyi bir fikir olabileceğini düşündük hatta bu iş için Torankok'la bile anlaştık. Ancak biraz zaman sonra Daff handaki birkaç işçiden akşam vakti temizlik yapıldığını ve başlarında kalfanın durduğunu öğrendi. Bunun üzerine Daff'la Torankok gece vakti kalfadan anahtarı çalmaya karar verdiler. Ben de üzerime şüphe çekmemek için handa kaldım. Ertesi sabah Daff handa değildi. O gece ne yapıp edip işçileri ikna etmiş ve ambarda işçilerle beraber yatmayı başarmış. Hatta sessizce içeride gezinip az çok etrafı da tanımış ancak kalfa gece hiç gelmemiş ve ofisin kapısı da tabii ki kilitliymiş. Kalfa gelmeyince anahtarı da çalamamışlar. Her neyse hepimiz ambarın orda biraz oyalanıp etrafı gözlüyorduk Daff biraz yaranmak için ambara su taşıyordu ki Brass mekana doğru yaklaşan Febulan'ın kesesini ustalıkla yürütmeyi başardı. Bu adamdan gerçekten iyi bir Kadersiz olur. Febulan biraz yaklaşınca ben de akşam hana gelip gelmeyeceğini öğrenmek için kendisiyle biraz konuşmak istedim. Biz konuşurken kesesinin kaybolduğunu anladı ve evine doğru yola çıktı. Bu sırada Daff'a da o gece orada kalamayacağını ve iki güne kadar işe alınamayacağını da söyledi. Daff'ın o gece orada kalmayacağının da kesinleşmiş olması bence suçun bize atılmasını önlemek için iyi oldu.

Bizimkilerle akşamı beklemeye koyulduk. Febulan hana gelmedi. Ben handa kalıp Febulan gelirse diye gözlemeye başladım Brass ve Daff'da anahtarlarla beraber işi halletmeye gittiler. Anlattıklarına göre şanslarına sahilde Sessiz Elenor'un tayfası oldukça gürültü çıkarıyormuş. İşçiler de nöbet tutuyor olsalar da işlerini oldukça baştan savma yapıyorlarmış. Brass gözcülük yaparken uygun bir zamanda Daff havalandırmanın birinden bir kanca sallandırıp içeri dalmış. Ufak tefek tedirgin anlar yaşansa da Brass'la beraber halletmişler ve yakalanmadan sessiz sedasız işi halletmeyi başarmış. Görev genel olarak oldukça başarılı geçti. Febulan'ın kesesinin ve anahtarlarının elimizde kalması çok da istediğimiz bir sonuç olmasa da yakalanmadık ve işi Kadersizlere bağlayacak bir şey bırakmadık.
Başlık: Ynt: Oyun Özetleri
Gönderen: Zamir - Ekim 21, 2018, 03:03:14 ÖS
21 Ekim Pazar Yeni Bir Araştırma Görev Raporu
Sabahın köründe uyandırılıp "kalk adaya gitcez" denildiğinde günümün kötü geçiceğini anlamıştım zaten.

Haritacı Bolsaron hana gelmiş yanında da bizim Salva vardı. Uçan Goblin Adası'nın güneyinde ufak bir adaya gidecekmişiz. Neyse işte kahvaltı yaptık, ipdir kazmadır falan bir şeyler alıp biraz da nevaleyle yola çıktık. Bir kişi daha iyi olur diye tapınaktan Çekiççi Ludo da aramıza katıldı. Bizim yelkenliyle valiliğin denizcilerinden birini de yanımıza alıp denize açıldık.

Adaya varınca gezinmeye başladık. Önce oldukça büyük bir mağara gördük ancak sonra bakmaya karar verdik. Adanın ucundaki yüksek kayalığa doğru ilerlemeye devam ettik. Kayalığa tırmandıktan sonra en tepede yaklaşık 30 metre yükseklikte malum bir el işaretine benzeyen bir kayalık gördük. Bolsaron tepesinde bir dev kartal yuvası olduğunu söyledi. Yuvaya dokunmayancesaret edemedik ama bizim haritacı yan tarafta 20 metre kadar aşşağıda takılmış bir kartal tüyü gördü. Kısa çöpü ben çektim heralde çünkü tüyü almam için beni aşşağı sarkıtmaya karar verdiler.

Tüyü aldım almasına da tek parça halinde yukarı çıktığıma şükrediyorum. Her yanım ağrıyor, umarım bir yerlerimi kırmamışımdır. Salva ve Ludo'nun da ellerini... Öpüyorum. Çok güzel çektiler gerçekten. Her neyse bir buçuk metre civarı gerçekten muazzam bir tüy. Meraklısını bulursak para edebilir. Ben yukarı çıktıktan sonra oldukça derin bir çukur gördük sanki aşşağı inmek mümkün gibiydi. Çukurun duvarlarında aşşağı indikçe bir kişinin durabileceği çıkıntılar vardı ve sanki yanlara doğru içine girilebilecek tünnel benzeri girintiler var gibiydi ancak riske almadık ve ilk gördüğümüz mağaraya geri döndük.

Girişi 6 metre kadar olan kocaman bir mağaraydı. İçeride uyku tulumları, masalar, bir kaç kitaplık, sandıklar, bir çalışma masası ve tam ortada bir sunak benzeri mermer bir yapı vardı. İçeriyi oldukça iyi aradık. Sandıklar özellikle boş bırakılmıştı ve üst taraftaki arbaletleri tetikleyen bir mekanizmaya bağlıydılar. Sunakta pek bir şey bulamadık sadece bir takım işlemeler vardı. Bolsaron kitaplıkta bir takım kitaplar buldu, kitaplar boştu ancak fenere yaklaştırınca birden kararmaya başladılar. Çalışma masasında ise çekmecelerin bir çeşit mekanizmaya bağlı olduğunu ve duvarda muhtemelen gizli bir kapıyı açtığını fark ettik. Kapının yerini az çok saptadık duvarın bir bölümünden arkası boşmuşçasına bir ses geliyordu. Ancak ne mekanizmanın ipleriyle oynayarak ne de saatlerce kapı olduğunu düşündüğümüz yeri kazmalarla kırmaya çalışarak bir ilerleme kat edemedik. Zaten gece olmuştu. Güneş doğana kadar nöbetleşe uyumaya karar verdik.

Gece Bolsaron nöbet tutarken dev yengeçlerden biri tarafından saldırıya uğradık ancak 4 kişi oldukça hazırlıklıydık ve beraber saldırarak yengeçi alt etmeyi başardık. Hatta sabahki tüy alma macerama kıyasla çok daha az acı vericiydi. Yengeci de sahile sürükledik ve yelkenliye bağlayıp kasabaya döndük.

Başlık: Ynt: Oyun Özetleri
Gönderen: Baboli - Ekim 23, 2018, 01:17:41 ÖS
22 ekim Bolsaron Sertsu bilinmeyen adalara tekrar yelken açıyor.

 Aslında güzel bir sabahtı ve uykusuz olmama rağmen mutluydum. Limana giderken fark ettim ki bazı madenciler Bolsaronu çembere almış laf yapıyor. Nereye gittiysen bi puştluk çıkıyor yeni ada araştırma artık diye. Ben de olaylar itiş kakışa dönene kadar karışmadım. En son baktım mevzu büyüyor het höt derken Brynhildayı suya düşürdüler.(Tabi ki hiçbir delikanlı benim dengemi bozacak kadar kuvvetli değildi.) bi iki adam dövdüm biraz yumruk yedim derken tam ortalık sakinleşmişti ki bolsaron "her yeri her hafta araştıracağım size ne?" dedi. Uzun zamandır görmediğim kadar güzel bir uçan kafa yiyip suya düştü. Kafa atan elemanın peşine düşmedim çünkü bolsuş kaşınmıştı. Bu kadar saçma sapan işten sonra herhangi bir koyu olmayan adaya ulaştık. Goblinler adaya tırmanmak için kayalara dandik merdivenler oymuşlar oradan çıktık. Boş ve minik bir goblin kampı geçtik. Goblinler tarafından aktif kullanılan bir adaya benziyordu. Önce kuzeye yürüdük bir göleti geçtik. Yolda değişik totemler ve ayarsız bir kurt putuyla karşılaşınca bunu goblinlerin yetersizliğine verdik. İlerlemeye devam edince üstünde sargasça yazılar olan yıkık bir bina bulduk. Bina araştırılırken ayarsız bir put sandığımız kurdun meğerse gerçek bir şey olduğunu kendisi bana doğru gelirken anladım(melun yaratık) ilk önce bana saldırmadı Boz Bolsaron Bey kaçtı ben bekledim. Bana yavaş yavaş gelmeye başladı.Ben de yavaş yavaş gerilemeye başladım ben hızlandıkça o da hızlandı o hızlanınca en son koşmaya başladım ve yaratığın herhangi bir şekilde yorulmadığını farkedince kendim yorulmadan yaratığa döndüm ve bana saldırdı. Hiçbir şekilde vuramadı ama ben ona vurduğum zaman canı yanmış görünmedi. Yaratık ben ona vurduktan sonra titremeye ve etrafındaki toprağa titretmeye başladı. Ben bunu görünce yaratığın hareket etmediğini ve o sırada bana saldırmayacağını fark ettim ve geri döndüm. Sonrasında biz araştırma yapmaya devam ederken yaratık geri geldi ve bu sefer direk bana saldırdı. Yeni gelen bir eleman yaratığı tek ok ile devirdi fakat yaratık içinde ne varsa üstüne kustu. Üstünde mantarlar çıkan ağzında burnunda larvalar olan her yerinden balgam akan bir yaratığın üstünüze kusması hiç hoş bir şey değil.Her yerime iğrenç solucanlar ve böcekler bulaştı ve o acı ve tiksintiyi kelimelerle tarif edemiyorum.Bütün kıyafetlerimi çıkarttım. Önce toprakta yuvarlanmaya ve üstümden çıkan böcekleri atmaya başladım. Koştura koştura bulduğumuz bir gölete gidip yıkandım. Göletin rengi değişti ve üstüne sinekler doldu.Dönüp eşyalarımı almaya gittiğimde hiçbirinin üstünde o iğrenç balgamdan kalmadığını ve orada bol miktarda çiçek açtığını gördüm.Bana ne oldu bilmiyorum ama çok kötü bir durumdayım ve galiba öleceğim.Eğer ölürsem Hepinizi seviyorum arkadaşlar.Vasiyetimdir. Bütün malvarlığım Sonçıkış için didinen insanlara dağıtılsın
Başlık: Ynt: Oyun Özetleri
Gönderen: zventul - Ekim 25, 2018, 12:51:50 ÖÖ
21 Ekim Pazar - Bir Muhtar'ın Gecesi

O gün yine Derya Neşesi'ne bizimkileri topladım. Davos'un bir derdi olduğunu ve çözersek hem bize güzel bir kıyak borçlanacağını hem de Yerbüken ile ilişkilerimizi ilerleteceğimizi izah ettim. Onlar da sağ olsunlar beni kırmadılar ve Yerbüken'e doğru yola koyulduk.

Davos'un Yerbüken'deki ambarına vardığımızda onu telaşlı ve gergin gördüm. Bize durumu anlattı. Oğlundan kalma aile yadigarı bir kolyesi çalınmış ve nasıl çalındığına dair hiç bir fikri yoktu. İşin garip tarafı kolyenin pahalı bir şey olmayışı ve ondan başka her şeyin yerinde duruyor oluşu idi. Meseleyi anlamaya çalışırken ne zaman çalınmış olabileceğini anlatadurdu.

Gece iki genç evlenmiş. Davos ve Tywin'de orada boy göstermişler. Hatta içkileri de bizden temin etmişlerdi. E tabi haliyle otlar motlar ortamda dönüvermiş ve bizim yaşlı Davos'un kafası Rebulan'ın karısından bile güzel olmuş. Erkekliğe bok sürdürmek de istemiyor tabi, millet koluna girmeye yeltenince hepsini reddetmiş. Gözünü doğu iskelesinde açmış ardından. Baktığında ise kolyesini görememiş.

Bizim çocuklara sordum soruşturdum ve kasabaya yeni gelen kuyumcu hanımı adres gösterdiler. Kendisi de sağ olsun bizi saymış ve gelir gelmez haracını teslim etmiş. Velhasıl kelam gittik yanına. Kadına tarif eder etmez kolyenin kendisinde olduğunu söyledi. Kimin getirdiğini sorduğumuzda da Fısıltı Mahallesi'nden ''Kaplan'' lakaplı bir kızı adres gösterdi.

Bindik bi alamete deyip Fısıltıya doğru yola koyulduk Biz daha soruştururken kız bir anda arazi oldu. E biz de haliyle arkasından koşturduk. Ordan oraya, ordan oraya derken gözümüzü Nazikbey'de açtık. Bizimkiler kızı yaka paça yakaladılar ve hana götürdüler. Kızı sorguya çektiğimizde, bize herifi tam soyacakken Sessiz Eleanor tayfasından bir kaç kişi ve direkçisinin kendisine mani olduğunu ve o itiş kakış esnasında sadece kolyeyi alabildiğini söyledi.

Valilik kutlamalarından dolayı hala karada aylak aylak gezen tayfayı ve direkçiyi bulmak zor olmadı. Direkçi çok akıllı bi adama benzemiyordu ama yardımcı da oldu. Herifin doğu iskelesinde boğulmak üzere olduğunu gördüklerini, sandal ile beraber batmak üzere olduğunu söyledi. Ardından herifi kurtardıklarını ve doğu iskelesine attıklarını iletti. Tam gideceklerken Kaplan'ın adamı soymaya kalkıştığını görüp müdahale etmişler.

Neyse, oradan da doğu iskelesine geçtik. Tywin'lerin takıldığı mekana gittik. Hepsi harıl harıl ağlar ile uğraşıyorlardı. Ne yaptıklarından da pek bir şey anlamadım. Durumu anlattım ve o sandalın yeğenine ait olduğunu söyledi. Çaktırmadan yeğenini çağırdık ve bir kaç zorlamadan sonra bülbül gibi şakıdı.

Davos'un mal kaydını tutanlar onu zil zurna sarhoş edip defterini almış ve kayıtlarda bir değişiklik yapmış. Ardından da Tywin'in yeğenine yönlendirmişler. O da sandala koyup boğulmasını beklemiş. Şanslı adammış bizim ihtiyar Davos.

Davos değişikliği kimin yaptığını bildiğini söylüyor ve bizden yardım istiyor. Önümüzdeki günlerde bu işe girişeceğimiz kesin gibi.
Başlık: Ynt: Oyun Özetleri
Gönderen: Caladwen - Ekim 26, 2018, 01:08:24 ÖÖ
Uzaklarda Bir Tersane - 19 Ekim Cuma




Yollarda gezinen çığırtkanlar, şehre gelen yeni bir tersanecinin saldığı görevden bahsediyorlardı. Bu ilgimi çekti çünkü kişi başı 3 altın diyorlardı.


Adamın evini çığırtkandan öğrendim ve yola koyuldum. İçeri girdiğimde, birkaç tanıdık birkaç yabancı yüzle karşılaştım.
Görevde korsan Yngvar, yeni bir yüz Johann, eski lejyoner Brass ve bizlerden Salin vardı.

Adamın adı Grisna idi, soyadı da vardı ama hatırlayamıyorum. Bizim haritadaki eski tersaneye gidip orayı bi kolaçan etmemizi istedi biz de yola koyulduk.
Kayıkla, kıyı şeridinin etrafından dolanarak bu harabe yere vardık. Tersane çok kötü durumda gibi geldi gözüme.
İçeriye girdiğimizde ise durumun o kadar da vahim olmadığını gördük. Tersanenin sistemi, ne kadar da anlamasam da çalışabilir gibi gözüküyordu.

Ama tabandaki delikler hiç hoş değildi.

Bu arada, Grisna ve kahyası Ardorf da bizimle gelmişlerdi ama, Ardorf kayıkta kalmıştı.
İçeriyi kontrol ederken, bir odayı açtık ve içeride dev farelerle karşılaştık. Burada bir haşere sorununun olduğunu hepimiz biliyorduk. Farelerin birkaçının kellesini aldık, ama birkaç tanesi kaçtı. Nereye kaçtıklarına baktığımızda bir tünele girdiklerini gördük.

Tersaneden çıktık ve arkasındaki binaya ilerledik. Tünelin orada çıkışı olduğuna inanıyordum.
Burası bir yatakhaneydi, ortada bir soba sistemi bile kurulmuştu. Ama tabandaki delikler devam ediyorlardı.
Zaten biz çok daha ilerleyemeden, bu deliklerden fareler fırladı ve savaşmaya başladık. Bir ara üçüyle tek başıma bile savaştım. En sonunda hepsini, en azından kaçmayanları indirdik...

Arkama baktığımda ise, Salin'in cansız bedeninin kapının girişinde yattığını gördüm.
Bu çok acı vericiydi. Salin gibi onurlu birisinin iki üç haşereye kurban gitmesi...


Grisna bunu görünce, görevi bitirmeyi teklif etti ve memnun olduğunu söyledi. Salin'in ailesi olup olmadığını sordu, ben de bildiğim kadarıyla olmadığını fakat beslediği evsiz çocukların onun kendi çocukları gibi olduğunu, Salin için onlara yardım edebileceğini söyledim. Grisna sadece kafa salladı.

Bu şekilde kasabaya geri döndük... bir dostum yanımızdan eksilmiş olarak.

Náriel Tangölgesi
Başlık: Ynt: Oyun Özetleri
Gönderen: Zamir - Ekim 27, 2018, 10:33:48 ÖS
27 Temmuz Cumartesi - Adil Selles Heykeli
Bir kaç kez beraber göreve çıktığım çekiççilerden Ludo ihtiyar bir hacı bulmuş ve Kulaklar Bataklığı'nın kuzeyinde olduğunu duyduğu bir Adil Selles heykelini ziyaret etmek istiyormuş. Adil Selles hikayeleriyle birlikte şovalyeler diyarı Tirit'de büyüyen ben tabii ki böyle bi görevi kaçıramazdım. Üstelik bunca yol gelip Adil Selles'i de ziyaret etmemek olmaz değil mi?

Herneyse Ludo ve Karnaklı çekiççi Eoseltas ile kasabanın kuzey kapısında buluştuk. Yanımızda Brynhilde (ki öğrendiğim kadarıyla tekrar Kara Kanatlara alınmış) ve Dadric adında daha önce hayatını kurtarmış olduğum bir adam vardı. (Büyütülecek bir şey değil) Atlarımıza binip yola düştük, zira epey bir yol vardı.

Bataklığın içine girmeden kuzeyine kadar ilerledik ardından kuzey tarafından içeri girdik. Tabii ki atlarımız tapınağın yaveriyle yol kenarında kaldı. Biraz mola verip ilerlemeye devam ettik ama ilginç bir şekilde goblin izlerine rastladık. Buralarda goblinden çok troll olduğunu sanıyordum. Bataklıkta ilerlerken bir ara devasa bir yılan tarafından saldırıya uğradık ancak biz karşılık verince hayvan yaralanarak kaçtı. Ardından Brynhilde biraz yan tarafımızdan yürüyen dev fareler gördü. Nereye gittiklerine baktığımızda 10 kadarının ölmek üzere olan bir trollü yediğini gördük. Daha doğrusu Brynhilde ve Dadric gördü ancak farelerden iki tanesi onları fark etti ve saldırdılar. Onları korumak için ben, Ludo ve Eoseltas öne atıldık ve fareleri çabucak ağır yaraladık. Fareler uzaklaştı bir de troll cesedinin etrafından dolanıp yolumuza devam ettik.

İlerlerken Brynhilde bir tuzak buldu, etrafından dolandık ve bir goblinin bizi gözetlediğini fark ettik. Temkinli bir şekilde ilerlemeye devam ettik. Bir süre sonra goblinlerden kaçan bir keşişe rast geldik. Bu goblinler ise bildiğimiz goblinlerden değillerdi. Biraz daha iri ve çok daha vahşiydiler. Yine Ludo, ben ve Eoseltas öne atladık. Birini çabucak indirdik diğerleri ise kaçtı. Keşiş anlaşılan buralarda inzivaya çekilmiş bir kişiydi ve Eoseltas ile Ludoyu görünce bizi Eas'ın gönderdiği kurtarıcılar falan sandı. Ayrıca ölen goblinin üzerinde bazı habis işaretler de gördük. Eoseltas bunların bazı karanlık tanrılara ve kötücül varlıklara ait semboller olabileceğini söyledi. Şansımıza keşiş heykelin yerini biliyordu.

Heykelin yanına geldik, bir trollü kılıcıyla öldürürken bir yandan da askerlerine ilerlemelerini emreden, her ne kadar yıpranmış olsa da ihtişamlı bir heykelle karşılaştık. Ancak etrafında goblinler vardı ve bizi gördüler. İşte tam orda gerçekten Adil Selles'in şanına yaraşır bir mücadele verdik. On kadar (biraz abartılı olabilir) goblinle ve kurtlarıyla savaştık. Hafif yaralandım ancak gerçekten hatırlamaya değer bir mücadeleydi.

Goblinler yenildikten sonra heykele doğru yaklaştık. Hacı yere oturup duasına başladı. Benim hiç bir zaman tanrılarla aram o kadar iyi olmamıştır ama o an gerçekten bir mücizeye şahit oldum. Ludo çekicini yere dayayıp dua etmeye başlayınca bir an bulutlar aralandı ve tam Ludo'nun üzerine güneş parladı. Parlayan örme zırhı ve çekiciyle gerçekten etkileyici bir duruşu vardı. Her neyse etkisi bende kısa sürdü, şu an heralde tesadüftür diye düşünüyorum. Yine de Kayli'ye anlatıcam. Ludo'yu severim, adına böyle hoş bir hikaye olması güzel olur. Neyse görev böylece bitmiş oldu. Atlarımıza atlayıp Sonçıkışa geri döndük. Görev gayet başarılıydı.

Astorian Kışhisar

Başlık: Ynt: Oyun Özetleri
Gönderen: zventul - Ekim 28, 2018, 01:11:53 ÖS
24 Ekim Çarşamba - Muhtar'ın Hırsızları

Öncelikle görevimizin Muhtar ile bir ilişiği yoktu. Önce onu belirteyim. Kim için yaptık derseniz de yeri gelince malûmat vereceğim.

Ferafil Rebulan'ın tek ve güzide oğlunu kaçırmak üzre plan yapmak için Derya Neşesi'nde toplaştık. Nariel, Daffodil ve Astorian ile biraz sohbet etmeye çalıştık. Ancak handa pek verimli olmadı. Kör topal bir plan yaptık. Keşif için Rebulan'ın evinin oralarda temiz hava almaya çıktık. 2 muhafız tarafindan zengin mahallesi korunuyordu. Eve girip çocuğu kaçırmanın zor olduğu konusunda hemfikir olduk.

Şans eseri pazar yerinin oralarda Gerda'yı gördük ve Nariel, kendisini önceden tanıdığından bir şeyler öğrenebilme amacıyla peşine takıldı. Gerda, Rebulan'ın komşusu idi. Ama demir gibi bir kadın olduğundan pek bir şey öğrenemedik. Sadece makyaj için bir randevu koparabildi.

Bizler de akşam tertip edilecek partinin çıkışında, ev yolunda çocuğu kaçırmak konusunda uzlaşmıştık. Ertesi gün Nariel, Gerda'nın evine gitti ama partiye katılabilme dışında bir şey elde edemedi. Ben de Davos'a eşlik edecektim.

Parti sessiz ve eğlencesiz başladı. Zengin partileri böyle olsa gerek. İşini iyi bilen korumalar beni biraz kuşkulandırdı. Nariel ile ara sıra fısıldaşarak durum değerlendirmesi yapıyorduk. Sonra becerikli soytarımız bir fırsatını bulup çocukların ilgisini çekmeyi başardı. O sıra da bizimkiler beklenmedik bir şekilde partinin yapıldığı iskeleye sessiz sedasız yanaştı. Tesadüf odur ki; herkes tek bir ağızdan marş okumaya başladı ve Nariel, fırsat bu fırsat deyip Rebulan'ın oğlunu iskelenin ucuna doğru çekti. O ara yaşananları tam görememiş olsam da bizimkilerin çocuğu alıp kaçtığını gördüm ve Gerda'nın bağrışlarını duydum. Ortalık bir anda karıştı ve ben de kalabalığa karışıp gözden kayboldum. Neyse ki Astorian ve Daffodil de güvenimi boşa çıkarmadı ve çocuğu sağ salim gizli mekanımıza götürdüler. Ertesi gün de, kötü şöhreti herkesçe bilinen Fısıltı Mahallesi'ne çocuğu bıraktık ve ardımızda iz bırakmadan, görevi sağ salim tamamladık. Bu görevin başarısı Kadersizler'in uzun vadedeki planları ve müttefik edinimleri için kritik bir öneme sahipti. Kadersizler mensuplarının başarısı ve özverisi de, beni her gün bir öncekine nazaran daha gururlu ve mesut bir insan yapıyor. Bir kez daha bu insanları bünyemize katarak ne kadar doğru bir karar verdiğimi anlıyorum.

Thalmir Kızılyılan
Başlık: Ynt: Oyun Özetleri
Gönderen: Zamir - Ekim 29, 2018, 08:21:29 ÖS
29 Ekim Pazartesi - Korku Dolu Söylentiler

Yolum bir kez daha Kırık Yelken'e düştü. Bu kez etrafta dolaşan su şeytanı söylentisini araştırmak için. Bu görev sırasında başlarda biraz amacımızdan saptık. Eh, başımızda korsan, ehm, lisanslı korsan olursa böyle olması normal tabi. Demişken yanımızda Habis Bacı'nın reyisi Yngvar, Kadersizlerden Salva, eski lejyon üyesi Brass, geçenlerde gördüğüm ve Kara Kanatlara katılacağını söyleyen Dadric, son olarak da kasabaya yeni gelmiş ve Kanlıkaya'da takılan bir kadın gördüm. Kadından haraç aldık ama işe yarar birine benziyor. Bu görev de iyi iş çıkardı. Yanımıza almayı düşünebiliriz.

Önce adada madencilerin konakladığı küçük yerleşkeye gidip biraz bilgi toplayalım dedik. Genel olarak söylentiler aynı. Adanın kuzey tarafında bir şeyler var. Henüz kimseye zarar vermemişler ama oldukça ürkütücüler anlaşılan. İhtiyar bir sarhoşun dediğine göre ise tanrılar tarafından insanları cezalandırmak için mi ne gönderilmişler. Hatta sorumlusunun kasabaya yeni gelen elf olduğunu falan da söyledi. Thalmir beyim isterse böyle bir söylenti yayabiliriz.

Her neyse çok fazla bir şey öğrenemesek de tekrar yelkenliye atlayıp bu sefer adanın kuzeyine yanaştık. Oldukça şüpheli görünen mağaralar vardı ancak Yngvar su yolunu takip ederek adanın biraz daha içlerinde ip ucu aramayı uygun gördü. İlerlerlerken iki yengeç gördük ve ikisini de hızlıca hallettik. Bu yaratıklarla savaşmaya alışmaya başladım. Bizi onlarla savaşırken gören bir goblin ormana doğru kaçmaya başladı. Yngvar goblinleri bulursak görevimizle ilgili ip uçları yakalayabileceğimizi düşünerek ormana doğru gitmeye karar verdi.

Biraz ilerleyince tartışan(?) üç goblin gördük. Tavırlarından çıkardığım kadarıyla sahile gitmekten oldukça korkuyorlar. Ani bir saldırıyla o goblinleri de indirdik. Ardından inlerini de bulduk. Bizden sessiz ilerlemek isteyenler biraz yaklaştı ancak hemen fark edildiler ve goblinler tarafından kovalanmaya başladık. Neyse bir kaç goblin daha öldürdük falan derken tekrar başladığımız yöne döndük. Salva, Brass ve Dadric yaralanmışlardı. Geri dönmeyi teklif edenler oldu ama Yngvar ve ben elimiz boş dönmemek için mağaraları aramakta ısrar ettik.

İki fener yakıp mağaralarda ilerlemeye başladık.Çok geçmedi ki duvarlarda bazı kaba çizimler görmeye başladık. Bir takım insanların oldukça uzun boylu bir yaratığa ok attığı, yine bu tarz yaratıkların devasa be dokunaçları olan bir yaratığa tapınma benzeri hareketler yaptığı çizimler gördük. Bu sırada suyun içinde iribaş benzeri şeyler gördük. Bir tanesini alıp baktığımda muhtemelen bu yaratıkların yavrusu olan çirkin mi çirkin bir şey buldum. Suyun içinde bu yaratıklardan çokça vardı.

Biraz daha ilerledik. Ben ve Yngvar önden gidiyorduk. Yaralılar biraz daha arkadaydı. Bir süre sonra arkadan bize seslendiler. Anlaşılan mağarada hareket eden bir şey görmüşler. Biraz anlaşmazlıktan sonra tekrar bir araya geldik. Bu arada ilerde mağaranın biraz daha açıldığını ve gölet gibi bir su birikintisi olduğunu görebiliyorduk. Tam bu kadar araştırmanın yettiğine ve dönmenin iyi bir fikir olabileceğine karar vermişken gördük. İki buçuk metre boyunda, kocaman bir balık kafasına, iri gözlere ve sivri dişlere sahip, elinde iki uçlu tırtıklı mızrağıyla korkunç bir çığlık atan pullu bir yaratık. Çıkışa doğru koşmaya başladık. Mağaranın kapısına geldiğimizde ise sudan iki tane daha yaratığın çıktığını gördük. Diğer taraftaki kayığımıza doğru koşmaya başladık.

Biz kayığı suya indirirken Salva ve Dadric sudan gelen bir yaratığa ok attılar. Hayvan ağır yaralandı ve mağaraya doğru koştu. Diğeri ise suya geri döndü. Biz yelkenliyi suya indirmiştik ancak biraz daha beklemeyi uygun gördük. Tam uzaklaştığını sanmıştık ki bir anda yelkenlinin altından bir mızrak girdi. Bunu görünce su yolundan adanın güneyine doğru koşmaya başladık. Arkamıza baktığımızda yelkenlinin dakikalar içinde parçalandığını gördük.

Neyse, koşa koşa memurun yanına geldik ve adadakileri uyardık. Kırık Yelken'in kuzeyine gidilmemeli. Memurdan ödülümüzü aldık ve Son Çıkış'a geri döndük. Görev gayet başarılıydı, üstelik bu akşam anlatıcak güzel bir hikayem de var.

Astorian Kışhisar
Başlık: Ynt: Oyun Özetleri
Gönderen: Caladwen - Kasım 12, 2018, 04:25:00 ÖS
9 Kasım Cuma - Ördek Çiftliği'nde Cinayet


Duydum ki, eskiden çalışanlarından birisinin çocuklarını bulup getirdiğim Duran Düzyokuş'un çiftliğinde bir cinayet gerçekleşmiş. Valilik bunun için bir ekiplik insan arıyormuş. Bu yüzden hemen koyuldum yola.


Valiliğin önüne gittiğimde korsan vali Wizez, Kara Kanatlar'dan Brynhilde ve Borstig, Habis Bacı'dan Yngvar orada durmakta ve konuşmaktalardı. Gidip aralarına katıldım.
O sırada yanımıza Zymus denen tanımadığım birisi geldi, yeni gelmiş kasabaya ve kalabalığı görünce biraz para kazanırım diyerekten aramıza gelmeye karar vermiş.

Hep birlikte çiftliğe yola çıktık.
Orada cesedi inceledik ve adamın çiftliğe kadar nasıl koştuğu tam bir muammaydı. Aşırı kan kaybetmişti ve çiftliğin sınırlarına gelince bayılıp ölmüştü. Çalışanlardan gece saatlerinde uyanık olanları, "Beni öldürecekler!" diye bağırdığını duymuş ve Düzyokuş'a hemen haber vermişler.

Ölen kişi, Nazikbey'de oturanlardan birisiydi ve ben de birkaç kere görmüştüm, bizdendi yani. Hazine aramaya çıkıp dururmuş, sonunu bulmuş.

Neyse. Öldüğü yere gittik ve Brynhilde adamın kan ve ayak izlerini takip etmeye başladı, izler Şanssız Kalıntılar'a gidiyordu. Hep birlikte ilerledik. Yolun ortalarına doğru  adamı kovalayan varlıkların ayak izleriyle de karşılaştık. Oldukça insan ayak izine benziyorlardı.

Şanssız Kalıntılar'a doğru gittiğimizde hava iyice kararmıştı ve kamp kurduk yakınlarda. Brynhilde göz gezdirmeye kalıntılara gitti, çünkü goblin çığlıkları falan duyuyorduk. Geldiğinde anlattığı şey, göremediği çok sayıda varlığın goblinlerle savaştığı ve goblinlerin kaybettiği idi.

Sabaha karşı savaşın bittiğini umarak kontrol etmeye gittik.
İçeride büyük bir harp dönmüş gibiydi. Etrafta goblin cesetleri yatıyordu. Şansımıza, goblinlere bunu yapan yaratıkların cesetleriyle de karşılaştık.

Değişime uğramış insanlar gibilerdi, tırnakları pençe haline dönmüş, ciltleri kalınlaşıp renk değiştirmişlerdi. Korkunç görünüyorlardı.

Goblinler öldürdüyse biz de öldürürüz diye düşünerek etrafı araştırmaya başladık. Brynhilde buraya daha önce gelmiş meğer ve burada olan bi mezardan bahsediyordu, ayrıca da mezarın sahibi adamın heykelinden. Mezarın birkaç kapıdan geçince karşılarına çıktığını, kendilerinden sonra da bir grubun geldiğini ve kapıları kapatmadıklarını söyledi. Uyuyan bir laneti uyandırmış olabilirlerdi.

Harabe binaların birisinin içinde aşağıya inen bir merdiven bulduk. Yngvar ve Wizez aşağı inmeye çalıştıklarında havadaki tuhaf bir şeyden dolayı bilinçlerini kaybettiler ve onları geri çektik. Tam nasıl gireriz diye düşünüyorduk ki, içeriden bağırışlar ve ayak sesleri duymaya başladık.

Bu yaratıklardan 9-10 tanesi bize doğru koşuyorlardı. Ben arka safta kalmıştım, öndekiler ilk darbeyi yediler. Birkaçını indirdiler. Sonrasında ise yara aldı birkaçı ve arkadakilerle yer değiştirdiler. Bu yaratıklar pençeleriyle savaşıyordu ve anlık acı veren bir zehir salgılıyorlardı.

Oradaki yaratıkları dövdükten sonra, aşırı hasar almıştım. Dışarı çıktık ve dönmeyi düşündük. İleride ise bu yaratıklardan bir grup durmaktaydı, sayıca üstündüler.

Ben, ölmek istemediğimden, kaçtım. Diğerleri ise savaşmaya devam etti.
Kampa geri döndüm ve beklemeye başladım. 1 saat.. 2 saat... geçti, fakat kimse gelmiyordu. Ya öldüler ya da kasabaya geri döndüler diyerekten, eşyaları topladım ve kasabaya döndüm.


Sonrasında ne yaptılar bilmiyorum. Yaratıkları dövmek kolaydı, fakat hasar alınca canın çok yanıyordu ve devam edemiyordun. Şanssız Kalıntılar'da çok uğursuz şeyler dolaşıyor...



Náriel Tangölgesi

Sent from my SM-G930F using Tapatalk

Başlık: Ynt: Oyun Özetleri
Gönderen: kedicatus - Kasım 15, 2018, 10:27:22 ÖÖ
15 Kasım Perşembe - Dönüşüm.
"Kanlıkaya Muhtarı Solomon, çiftçilerin hasadını koruyacak yiğitler aramaktadır."
O sabah handa, henüz güneş doğmamışken, ben Nariel ve Astorian sabah kahvaltısı yapıyorduk. Ben, önceki gün birileri ilandan okurken duyduğum çiftçiler ve hasatlarıyla ilgili yardım duyurusundan bahsederken Nariel ve Astorian'da bu duyurudan haberdar olduklarını söylediler. Henüz güneşin doğmamış, insanların uyanmamış olmasını da fırsat bilip Kanlıkaya'ya gittik. Kahvaltının kalanına Solomon'un yanında devam ettik. İşin aslı, bu çiftçiler her sene zamanında hasatını yaparmış ve pazar yerine erkenden gelip ürünlerini serermiş. Ancak uzun süredir, bir takım serseri tipler gelip bunların mekanını, hasatını yerle bir eder, satış yapmasına izin vermezlermiş. Solomon bir isim vermedi ama bunun arkasında Ticaret şirketlerinin olduğunu düşünüyordu. Maksatlarının, çiftçileri zora düşürüp mallarını ucuza kapatmak olduğundan bahsetti. Kadersizler olarak ezilenin yanında olduğumuzdan bahsedip, çiftçilerin yanında biz de yola koyulduk. Pazar yerine çok erken saatte vardık. Bütün çiftçiler tezgahlarını yavaştan hazırladı. Sevimli şişman bir teyze de bir kenarda ateşini yakıp bize hamurdan bir dürüm yapmaya başladı. Dediğine göre kendi icat etmiş bu yemeği. İçine otlar ve peynir de koymuş. Buna bir isim bulamamış, biz de kabarık dedik. Nariel meyve sebzeleri ellerinde döndürüp çeşitli akrobasiler yapmaya başladı. Yeni gelen insanların dikkatini tezgahlara çekmek istiyordu. Astorian'a baktım, koca bir elmayı öyle iştahla ısırıp yedi ki, bir sürü insan dönüp ne yediğine baktı. Bende teyzeye yardım edeyim dedim, başladım KABARIK VAR GEL KARDEŞ KARNINI DOYUR  diye bağırmaya. Bir de etkili olsun diye dikeldim biraz. Bir anda bütün insanlar KAMBUR DİKELDİ diye fısıldaşmaya başladılar. Teyzenin kabarıklar şifalı oldu iyi mi? Baktım Nariel almış eline lavtayı, Astorian'la karşılıklı şarkı söylüyorlar. Tezgahları önü doldu da doldu.
3 tane değişik tip tezgahın birinin önüne gelip bir evrak kaldırdılar. Neymiş, valilik izniyle bu tezgah onlarınmış. Ama Nariel yer mi bunları, aldı eline belgeyi bi güzel boydan boya yırttı. Herkesin içinde GİDELİM Mİ VALİLİĞE BUNUNLA? diye bağırınca, adamlar nedense korktu, SİZİ ŞİKAYET EDECEĞİZ filan diye söylene söylene uzaklaştılar. Kimse moralini bozmadı.
Herkes neşeliydi, şarkılar şiirler derken; 2 metre boyunda insan azmanı bir herif gelmesin mi? Adı da Todd mu neymiş. Herif başladı elmaları ısırıp ısırıp atmaya tepemize. Neden sonra, Nariel ve Astorian herifi çekiştirip, kafasını karıştırıp uzaklaştırmak istediler. Kafamı çevirince ne göreyim, elmaların sahibi çiftçi herifin arkasından koca kürekle vurdu da, herifin sırtında kırıldı mı kürek? Herif o koca dev haline karşın, biraz saf mıydı ne artık, NE VURUYONUZ YA gibi bir şeyler söylene söylene gitti.
 Ben çiftçinin zararı için ona 1 altın ödedim. Derken Nariel bu defa teyzenin KABARIKlara saçından karıştırmaya çalışan birini gördü. Ben görmedim ama Nariel ve Astorian'ın aynı grupla konuştuğunu farkedince oraya yaklaştım. Adamın sırtına hançeri dayayınca bu işi ona Willhelm diye birinin yaptırdığını itiraf etti.
Öğlen sonrası pazarda her şey iyiye gidiyordu. Herkes neşeliydi, bi tuhaflık yoktu. Derken sabahleyin evrakla gelen adamlar 5 kişi olmuş geldiler. KABADAYIYIZ BİZ! BURDAN GİDECEKSİNİZ! BU TEZGAH BİZİM! diye bağırıp olay çıkarmaya, ürünleri dağıtmaya başladılar. Nariel ve Astorian biraz konuşup, biraz korkutarak herifleri dağıtmaya çalışırken, ilk gelen herifin baldırına sapladım kılıcın ucunu. Geri kalanlar bizimle yumruklaşmaya çalıştılar ama üstümüz başımız sağlamdı, pek dokunamadılar. Derken arkadan 3 tane lejyon askeri gelmesin mi? Çavuş, Nariel'in tanıdığıymış. Neymiş, bu çiftçiler madalyon mu ne bir şey çalmış, ihbar varmış, arayacaklarmış. Önce bu kabadayı tipleri dağıttılar, sonra bizimle konuşmaya başladılar. Öyledir böyledir derken başladılar çiftçileri aramaya. Bir ara, sıradaki biri bağır çağır kaçmaya başladı. Arkasından Nariel akrobatik bi hareket yapıp sırtüstü yere düştü. Ben de endişelenip Nariel'in yanına seyirttim.
Lejyon askerleri, kimsede bişi bulamayınca, kaçan adamı tutuklayıp gittiler. Geri kalan 1 asker, ısrarla mallara el koyması gerektiğini söyledi. Ona 2 çuval turp verip gönderdik.
Akşamında bütün çiftçiler mallarını sattığı için mutlu, biz de bayağı yorgunduk.
Başlık: Ynt: Oyun Özetleri
Gönderen: Zamir - Kasım 18, 2018, 01:33:42 ÖS
17 Kasım Pazar- At Binenin, Kılıç Küşananın!

Fırtına dolayısıyla Büyük Göl A.Ş.'nin Tridon'a yapacağı sevkiyat gecikmiş. Bu nedenle yeni korumalar aramaya başlamışlar. Bu doğrultuda ben, Nariel (Son Çıkış'da muhtemelen en iyi at sürenler olarak) kara kanatlardan onbaşı Borstig ve eski Başçavuş Brass, atlarımızı alıp Lilda Nefes'in yanına gittik. İki araba vardı ve görevli 5-6 tane adam vardı. Atlara bindik ve yola koyulduk. İki buçuk günlük yolumuz vardı.

İlk gün oldukça olaysız geçti. Sadece Borstig'in atı Şanssız Kalıntılar'dan geçerken çok huysuzlandı ve geri dönüp bataklığa doğru girmeye başladı. Neyse ki Nariel'in hayvanlarla arası iyidir. Atı sakinleştirmeyi başardı. Yolda şarkı falan söyleyip akşama kadar yol aldık bu arada Nariel oldukça iyi at sürüyor, bi ara eyere ters oturup lavta falan bile çaldı. Her neyse güneş batarken Gadora Düzlükleri'nin solunda kalan üç yol kavşağına varmıştık. Tam kavşakta kalan gözetleme kulesinin arkasına kamp kurduk. Ben kulede Borstig aşağıda nöbet tutmaya başladık. İkimiz de uyuya kalmışız ama neyse ki bir şey olmadı.

Sabah erkenden yola çıktık ve yarım gün daha yok aldık. Tridon yolunu geçmiştik ve (adı henüz koyulmamış yada benim bilmediğim) vadi yolundan ilerlemeye başlamıştık. Bu arada Nariel uzaklarda bir kurt gördü. Hayvan bizi izliyor gibiydi ama fark edildiğini anlayınca uzaklaştı. Burası pusu için uygun bir yer olduğu için etrafımıza dikkatli bakıyorduk. Bu sıralarda Brass arkadan bir ses duyduğunu söyledi ve Borstig'le kontrol etmeye gittiler. Biz de ilerlemeye başladık ama ara biraz açılmıştı ki 11 tane atlı haydut etrafımızı bir anda sardı. Ellerinde ise ağlar ve sopalar vardı. Öldürmeye değil esir almaya geldikleri belliydi. Sadece Nariel ve ben kalmıştık, ikişer kişi arabalarla ilgilenirken diğerleri üzerimize çullandı. Zaten arabanın iki farklı tarafındaydık. Nariel bir tanesini attan düşürüp Tridon'a doğru dört nala sürmeye başladı. Ben ise atımı doğru anda çeviremedim ve beni sopalarla bir güzel benzetip bayılttılar.

Uyanınca öğrendim ki Brass ve Borstig arkada da iki haydutu indirip bizden tarafa gelmişler ve 4 haydutu daha indirip arkadaki arabayı en azından kurtarmışlar. Cesetleri incelediğimizde bu insanların sıradan haydutlar olmadığını, fark ettik. Üzerlerinde maymuncuk falan taşıyorlardı. Bu işi halletmek için özel olarak tutulmuşlardı. Ben adamların çok kalabalık olduğunu, ilerlersek bize tekrar saldırabileceklerini, en azından bu arabayla geri dönmenin mantıklı olacağını söyledim. Adamlar ise diğer arabanın peşinden gitmekte kararlıydılar. Sonuç olarak hep beraber kalmanın uygun olacağını düşündük ve sevkiyatçıların dediği gibi diğer arabanın izlerini takip ettik. Tridon'a giden yoldan ayrılıp sol tarafa giden bir patikaya girmişti. Çok zaman geçmeden diğer arabaya ulaştık. Bir mağaranın önüne park edilmişti ve üstü boşaltılmıştı. Tabi tam tahmin ettiğim gibi oldu ve pusuya düşürüldük yine. Bu sefer okçular etrafımızdaydı. Bu arabayı da bırakmamızı, esirleri bırakacaklarını söylediler. Ayrıca neden Büyük Göl'e yardım ettiğimizi, bu insanların köylülerin mallarını 3 kuruşa alıp Tridon'da bir servete sattığını söylediler. Ben tam durumdan haberim olduğunu ve benzer bir amaçla Kanlıkaya'daki çiftçilere yardım ettiğimi söyleyecektim ki adamlara onların neden bu çiftçilere yardım ettiğini sorduğum anda bir okla kendimden geçtim. Neyse ki yaralanmamışım. Uyandığımda çoktan içi boş arabayla geri dönüyorduk. Nariel'in ise durumu belli değildi ama o adamları atlatabileceğine emindim.

Döndüğümüzde Linda tabii ki memnun değildi ama durumumuzu anlayışla karşıladı. Bir miktar para da aldık(3altın). Ben dinlenmek için hana geçtim ve başımdan geçenleri Thalmir'e anlattım.

Tiritli Astorian
Başlık: Ynt: Oyun Özetleri
Gönderen: Caladwen - Kasım 18, 2018, 03:58:53 ÖS
13 Kasım - Kulaklar Bataklığı'nda Ot Toplama

Gün, sakin başlamıştı. Han'da oturmuş sakince bir şeyler tıkırdatmakta, kahvaltı yapmaya gelmiş insanları neşelendirmekteydim. Çok da dolu değildi Han.
O sırada, üstündeki arması hemen gözüme çarpan bir lejyon askeri Han'a girdi. Etrafa şöyle bir bakındıktan sonra gözü bana takıldı ve yanıma geldi. Benden, masalara giderek macera arayan insanları onun masasına yönlendirmemi, gelenlere de birer içki ısmarlayacağını söyledi. Yeni olmalıydı lejyonda, beni tanımıyordu, ben de onu tanımıyordum.

Masalarda gezinerek, üç kişi buldum kabul eden. Hepsi askerin masasına gidince dedim ben de gideyim bari, işim yok. Asker bana bu yardımım için bir altın verdi.

Adı Anthas imiş. Diğer üç kişi de kendilerini Martha, Nefarian ve Zinx olarak tanıttılar.
Anthas, görevi anlattı. Lejyonun şifacısı Learacc için ot toplamaya çıkacakmış, bu sepeble de insan toplamak istemiş. Learacc'ın adını duyunca gitmek istedim, çünkü kendisi benim manevi annem gibiydi ve lejyondayken bana çok yardımı dokunmuştu. Atılmama rağmen hâlâ bana iyi davranır.

Neyse. Hepimiz hazırlanıp, bataklığa doğru yola çıktık.
Bataklıkta gezinirken herkesin tetikte olmasını çünkü burada hem goblinler hem de büyük fareler, yılanlar gibi hayvanlar olabileceğini söyledim. Biraz gezindikten ve ot topladıktan sonra 5-6 tane dev fare önümüzden koşarak kaçtılar. Neyden kaçtıklarını anlamaya çalışırken, bir tıslama sesiyle arkama döndüm. Dev bir yılan, bize yaklaşıyordu. Fakat fareleri kovalayan bu değildi.

Yılana saldırmamalarını söyledim. Hayvan sadece meraklıydı ve saldırmak için gelmemişti belli ki, yavaşça yanına yaklaştım. Hoşuna gidebilecek sesler çıkartıp el hareketleri yaparak onu buradan uzaklaştırmaya çalıştım, işe de yaradı. Anthas orada resmen bana Ejdergöz muamelesi yaptı. Ama sadece hayvanlarla aram iyi.

Tam güvendeyiz derken, farelerin neyden kaçtığını fark ettik. Bir grup goblin önümüze çıktı, kaç kişi olduklarını hatırlamıyorum. Hepsini öldürdük ve yolumuza devam ettik.
Bir mağaranın önüne geldik ve Learacc bu mağaranın içinde aradığı bir takım mantarlar olabileceğini, böyle yerlerde yetiştiklerini söyledi. Bataklıklardaki mağaralarda geçirdiğim diğer deneyimler sebebiyle çok derinlere inmemek şartıyla içeri girdim. Burası bayağı açılıyor ve içeriye doğru da devam ediyordu. Troll veya goblin gibi yaratıkların burayı sığınak olarak kullanabileceğini düşünerek, birkaç mantar görüp onları bir kumaşa sararak kopardım ve dışarıya çıktım. Learacc bu mantarların istediği türden olmadıklarını, bunların asit salgıladığını ve neredeyse her şeyi eritebileceğini söyledi. Ben de dikkatlice, ezilmemelerini sağlayarak çantama yerleştirdim.
Şu ana kadar topladığı otların yeterli olduğunu, zaten sonra bir ara da toplamaya çıkacaklarını söylediler Learacc ile Anthas. Bu sebepten dolayı da geri döndük kasabaya sıkıntı olmadan. Anthas herkese kendi cebinden 2 altın verdi.

Náriel Tangölgesi
Başlık: Ynt: Oyun Özetleri
Gönderen: Caladwen - Kasım 18, 2018, 04:51:02 ÖS
16 Kasım - Şifa'nın Kaynağı

En son ot toplamaya lejyonla çıktıktan sonra Learacc'a yardıma ihtiyacı olduğunda beni her zaman çağırabileceğini söylemiştim. O da beni ciddiye almış ve lejyonla tekrar ot toplamaya çıkacakken, lejyon handan beni almaya gelmişti.

Hazırlanarak, hep birlikte yola çıktık. Hava oldukça soğuktu. Pelerinimin şapkasını kafama geçirmiş, iyice de sarılmıştım. Görevde teğmen Vlad, (yeni) başçavuş Brynhilde, yeni sanırım er Dadric ve geçen tanışma fırsatı bulduğum Anthas vardı. 

Neyse. Hep birlikte kayıkçıya gittik. Kayıkçı bize fırtınanın geldiğini, gidişin özellikle de dönüşün çok zor olacağını söyledi ama Vlad gideceğimizi söyledi. Learacc'ı kıramadığımdan ve diğerlerinin beni korkağın teki sanmasını istemediğimden kabul etmek zorunda kaldım. Keşke etmeseymişim.

İsmi olmayan bir adaya doğru yola koyulduk. Daha önce bu adaya Maden şirketi için gelmiştim ve Bolsaron haritasını çıkartırken iyice aklıma kazımıştım. Adada neler olduğunu vesaire biliyordum. Burası, su şeytanlarıyla ilk kez karşılaştığım yerdi üstelik.
Adaya ayak bastığımızda yağmur çoktan başlamıştı ve yavaş yavaş hızlanıyordu. Kayıkçı, bizi sadece sonraki gün öğlene kadar bekleyeceğini, gelmezsek gideceğini söyledi. Biz de kabul ettik.
Adada et yiyen sarmaşıklar vesaire vardı. Kıyıda durmak tehlikeliydi, her an yengeçlere veya su şeytanlarına yakalanabilirdik bu yüzden ormanın içine doğru yola çıktık. Herkese dikkatli olmalarını, sarmaşıklara dokunmamalarını söyledim.
Bu adayı aslında ilk gittiğimde çok sevmiştim. Değişik değişik ağaçlar, renkli renkli kuşlar ve daha önce adını duyup hiç görmediğim maymunlar vardı bu adada. Eğer acelemiz olmasaydı kendime bir maymun veya bir kuş yakalamak isterdim. Umarım birgün bunu yapabilirim.

Adanın içinde ot toplaya toplaya ilerlerken yağmur iyice hızlandı, sığınak bulmamız gerekiyordu. Daha önce gittiğimde bulduğum şelalenin arkasındaki maden mağaralarını önerdim. Tepenin üstüne çıkmayı çok istemediğimi çünkü orada en son koca kazanda kan pişiren su şeytanları olduğunu da söylemeyi unutmadım.
Neyse, hızlıca nehri bulduk ve takip ederek mağarayı da bulduk. Şelalenin altından geçerken eşyalarımız bayağı ıslanmıştı, hava da iyice soğumuştu bu yüzden ateş yakmamız gerekiyordu. Alt kattaki mağaralarda yakacak çok yoktu bu yüzden yukarı katlara çıktık.
En üstün bi' altında yeteri kadar yakacak bulduk. O sırada aklıma, en üstteki kapıyı muhtemelen açık bıraktığımız (önceki gelişimde) geldi. Bu yüzden Brynhilde, Anthas ve Dadric'e burada beklemelerini, hızlıca gidip geleceğimi söyledim.
Yukarıya çıkarken etrafı dinlemeye de özen gösteriyordum. Tam kafamı uzatacaktım merdivenlerden ki, çok iyi tanıdığım ince seslerle şıp şıp ayak seslerini duyunca, merdivenlerden aşağı depar atmaya başladım. Anthas o sırada aşağı inmeye başlamıştı. Ben ise hepsini geçerek koşa koşa aşağıya indim. Dadric ve Bryn de beni takip etmeye çalıştılar fakat hızlı koşamıyorlardı ve takılıp düştüler. Şanslarına, tek ışık kaynağımız benim meşalemdi ve ben de onunla birlikte en alt kata yol alıyordum.
Ben onları duyup koşmaya başlayınca su şeytanları da bizi duymuştu tabii. Aşağı inip Vlad'a haber verdim. "Çıkıp dövelim." dedi çok sakince ve yukarı geri çıkmaya başladık. Çıktığımızda gördüğümüz, Brynhilde ve Dadric topladıkları yakacaklar ile önlerinde ateş yakmışlardı ve su şeytanları bu yüzden yaklaşamıyordu.

Neyse. Geceyi orada geçirmek zorundaydık. Bir ara Vlad'la inip mağaralardan kömür topladık ve ateşi yükselttik. Su şeytanları da bize yaklaşmadılar.
Sabah olduğunda Bryn bize haber verdi, hissetmişti. Önce aşağıdan çıkmayı düşündük fakat indiğimizde geldiğimiz yerin su altında kaldığını gördük. Eşyaları tekrar sırılsıklam etmek istemiyorduk bu yüzden tepenin üzerinden aşağıya doğru inebileceğimizi söyledim. Tepeye çıktığımızda su şeytanlarıyla karşılaşmadık. Aşağı indik, yolu bulmaya çalışırken birkaç saat harcadık. En sonunda ayak bastığımız sahile gelmeyi başardık.
Bir de ne görelim?
Kayıkçı gitmiş.
Tüm adanın etrafında döndük belki kuytu köşeye girmiş fırtınanın geçmesini bekliyordur diye ama yok yok, adam dönmüştü ya da ölmüştü. Yağmur hızla devam ediyordu. Sığınağa dönmemiz gerektiğine karar verdik.
ADADA MAHSUR KALMIŞTIK.
Aşağıya, direkt adadayken aldığım notları ekleyeceğim.

------------------------------------------------------
ESARETİN 1. GÜNÜ :

Madenin en üst katında kalıyoruz. Burada bize yetecek kadar yakacak var. Kapıyı kapattık ki su şeytanları gelemesin. Anthas'ın ateşi var ve oldukça hasta. Learacc ona iyi gelecek bir şeyler yapıyor otlarla ve veriyor. Herkes yavaş yavaş acıkıyor, yemeğimiz yok. Bryn ve Dadric avlanmaya gitti. Uzun saatler boyunca dönmediler. Anthas beni yemeyi öneriyor... aşırı gerginim.

Bryn ve Dadric bir ceylanla geri döndüler. Anthas beni yemekte ısrarcı. Ama diğerleri izin vermedi. Learacc etimin sert olduğunu düşünüyor. O gün böyle geçti.

2. GÜN:

Çok yorgunum. Artık hana dönüp yatağımda uyumak istiyorum. Anthas hâlâ hasta. Dünki ceylan bize hâlâ yetiyor. Bugün avlanmamıza gerek yok. Çok da gerginim, atıldığım takımdaki insanlarla dolu bir şekilde adada mahsur kalmış durumdayım. Öldürseler kimsenin ruhu duymaz. Learacc'dan biraz derviş otu istedim rahatlamak için. 


Hayat çok güzel. Herkesi çok seviyorum. Thalmir, Astorian, Daffodil, sizi çok özledim. O barmeni bile özledim. Bıktım ben buradan. Oha, başım dönüyor.
Bana okuma yazma bilip bilmediğimi sordular. Ben de evet dedim. Git tahtalara bu adayı çiz, lejyon burada mahsur kaldı yazıp denize at dediler. Tamam.
Barut dolu varillerden birisini parçaladım, sonra fark ettim ki kapakları var. "LEJYON ISIRGAN ADASINDA MAHSUR KALDI" yazdım. Bu adaya Isırgan demek istedim çünkü sarmaşıkları insan yiyor. Hehe.
Parçalamaya çalıştığım varili üstüme giydim. Çok şık olmuştum. Bizim sığınağa geri dönerken, ayağım takıldı ve varille beraber tepeden aşağı yuvarlanmaya başladım. Taa mağaranın girişine kadar düştüm. Başım hâlâ dönüyor. Neredeyse kusuyordum. Kendimi durdurmasaydım daha çok yuvarlanırdım.

Geri sığınağa döndüm. Bana ne olduğunu sordular. Cevap vermedim. Uyuyacağım şimdi de. Başım çok ağrıyor.

3. GÜN:

Anthas iyi durumda. Avlanmaya gitti. Beni yemekten vazgeçtiği için mutluyum. Ama hâlâ korkuyorum. Herkes beni öldürecekmiş gibi bakıyor. Vlad her gün saat başı tepeye çıkıp gemilere bakıyor. Kimse bizi almaya gelmiyor...

4. GÜN:
Artık kimsenin gelmeyeceğinden emin olduk. Tepeye çıkıp, bir gemi geçerken barut varillerini patlattık. Barut yüzyıllardır burada olmalıydı ki tam olarak patlamadı, sadece duman çıkardı. Gemi bizi fark etti ve gelmeye başladı. Hemen iplerle tepeden aşağı indik ve sahile koştuk. Sarmaşıklar saldırdı ama atlattık.
Gemi, Anmas gemisi çıktı. İçinden çıkanlar ise Şanslı Birlik askerleri... daha önce 4 tanesini öldürdüğümüz, benim cesetlerini kuşbaşı kestiğim lejyonun askerleri. Haha...

Şu an gemideyiz. Silahlarımızı aldılar. Umarım kılıcımı geri verirler. Tüccarlar Anmas tüccarı değil gemideki. Bu biraz tuhaf geldi. Bizim handa kalacaklar askerler. Konuşup öğrenebilirim belki. Ama önce gidip uyumak istiyorum.
-----------------------------------------------------------------

Hana vardığımda direkt yatakhaneye gidip uyudum. Kimseye ne olduğunu anlatacak mecalim yoktu. Berbat haldeydim. Bir daha lejyonerlerin ipiyle adaya çıkmam- yok, kuyuya inmemdi o. Neyse.


Náriel Tangölgesi
Başlık: Ynt: Oyun Özetleri
Gönderen: Caladwen - Kasım 23, 2018, 12:41:30 ÖS
21 Kasım / Altın Balık'ın Şeytanı Oyunu


Közlü İksirler Dükkanı'nın etrafa yaydığı ulaklar ve panoya astığı görev duyurusu üzerine, meraklanarak dükkana doğru yola çıktım. İş duyurusunda Altın Balık balıkçı barınağında bir sıkıntı olduğunu ve bunun çözülmesi için yiğit insanlar aradıklarını yazmışlardı.

Dükkana vardığımda içeride daha önceleri karşılaştığım Nefarian, Brass ve Rahibe Gria durmaktaydı. Ben de girince içerideki dükkan sahibi kapıyı kitledi, hepimize bir tabure koydu ve oturduk. Adı Meiken Kayakapı imiş ve Aydınlar Loncası ile bağlantıları varmış. Meğer bu Lonca ondan, bir Su Şeytanı'nı canlı yakalatmasını istemiş. Aynı zamanda tersanesine de saldırdıkları için Grisna Kardon da bu göreve katkıda bulunmuş, bu yaratıklardan yakalanmasını ve gideceğimiz bölgenin araştırılmasını istiyormuş. Bize yaratığı sakinleştirebilecek bir iksir verdi ve okları buna batırmamızı söyledi.

Kabul ettik, ne kadar yaratığı canlı bir şekilde bu tuhaf loncanın eline vermek istemesem de, meraklıydım.


Grisna'nın tersanesiyle anlaşmalı bir balıkçının teknesine bindik ve bizi Altın Balık'ta bıraktı. Ardorf, yani Grisna'nın kahyası bizi orada karşıladı. Çok saf, çok naif bir insan bu Ardorf.

Neyse, bize durumu anlattı. Altın Balık'ın olduğu koyun mağaralarında bu yaratıklar dolaşıyormuş ve geçenlerde bir kayıkçının kayığını batırmışlar, buradan 20 dakikalık kürek çekme mesafesinde. Kayıkçıyı kovalamamışlar, o da yüzerek dönmüş. Teknesinde balık taşıyormuş. Herhalde kolay yemek olarak düşünüp saldırdılar.
Bizden o mağaralara bakmamızı ve bir tane de yapabilirsek canlı yakalamamızı istedi. Sonra biz de ondan bize bir kova balık getirmesini istedik ki Su Şeytanı çıkmazsa yem yapalım bunları diye.
Geldiğinde bizi götürecek kayıkçıya gittik ve 20 dakikalık mesafeyle bahsedilen mağaraların oraya vardık. Biraz taşlık ve kaygan bir zemine çıktık, mağaraların girişine 3-4 dakikalık mesafe vardı.

Biz tam mağaraya yaklaşmış iken bir anda suyun içinden bir Su Şeytanı önümüze atladı. Gria, iksirli okları arkadan sallarken ben kalkanımla sersemletmeye çalıştım. Birkaç dakika savaştıktan sonra en sonunda tutabileceğimiz seviyede sersemlemişti. Nefarian yakaladı, Brass ve ben bağladık iyice ve üstüne pelerinimi geçirdim. Debeleniyordu ama kaçması imkansızdı. Kayığa taşıdık.

Kayıkta bu kaçamasın diye üstüne oturdum ve ölmesin diye arada yüzüne su döküyordum. Su içtikçe tuhaf tuhaf sesler çukartıyordu ve komik gelmişti bana. Akıllı bir yaratıktı bu daha öncelerinde karşılaştırdıklarımın tepkilerini de düşünürsek. Öyle salak hayvanlar değillerdi. Kendi kültürleri, aileleri, belki de tanrıları vardı. Bizimle aynı dünyayı paylaşan farklı bir ırk. Cücelerden ne farkları vardı? Cücelerin dilini anlayabiliyor muyuz? Hayır. Onları neden kesip biçip anlamaya çalışmıyoruz da bu zavallıları deneylere alet etmek istiyoruz?

Ben bu düşüncelerle boğuşurken Sonçıkış'a, Kuytukuyu'ya geri geldik. Şeytanı kayıktan kaldırdık ve karaya çıkardık. Bir koluna ben, bir koluna Brass girdi ve yürümeye başladık. İnsanlar korkunca pelerinimin şapkasını kafasına geçirdim ki ne olduğu anlaşılmasın.

Dükkana vardık, zorla şeytanı yanıma tabureye oturtturdum. Beni ısırmaya çalıştı. El hareketleriyle ısırmanın kötü bir şey olduğunu anlattım. Anlamıştı. Gözlerinde hüzünlü bir ifade vardı.

Meiken onu arka taraftaki korumalı depoya götürelim dedi. Kalbim acıyordu resmen fakat yine de taşıdım depoya. Bi kafes ve bir varil su vardı içeride. Meiken çıkmamı istedi. Çıkarken şeytana son kez baktığımda içimde bir şeylerin koptuğunu hissettim. O kadar üzgün bakıyordu ki... bu işe yarsım ettiğim için kendimden nefret ettim.
Ama arkamı döndüm ve çıktım.

Moralim alt üst olmuştu, verilen parayı istemedim ve çıkıp gittim. Gria arkamdan geldi, Papaya'nın bana yardım edebileceğini söyledi. Ben de öyle şeyler yapabiliyorsa, şu zavallı Su Şeytanı'na yardım etseydi dedim ve akşam üstü olmasına rağmen yatıp uyumak için bizim yatakhaneye döndğm.


Náriel Tangölgesi
Başlık: Ynt: Oyun Özetleri
Gönderen: Caladwen - Aralık 09, 2018, 03:34:42 ÖS
7 Aralık Cuma - Büyük Roshan'ın Dönüşü Oyunu

Bahar festivalinde de hana gelen "kahin", inanırsanız tabii, yine bizim hana gelmiş kalmaktaydı. Fakat kalışının gizli olmasını tembihliyordu. Gelişinden bir iki gün sonra etrafa gizliden haber saldı ve ben, Brass, Habis Bacı'ya yeni gelen Derya Teğmen ve Egemen Bayur er, bir de değişik bir tip olan Leonard Jonson adamın odasında toplandık.

Roshan anlattı. Üç kardeş, bunun arkasındaymış. Kumarbaz Fathu, Şişman Mithu, Sarhoş Nathu. Roshan bunların babasıyla alakalı bir kehanet söylemiş, gizli bir hazineyi bulmasını istemiş kardeşler ama Roshan bulamamış. Kardeşler de Roshan'ın bu hazinenin yerini bildiğine ve kendisine almak için onlardan sakladığına inanıyorlarmış.
Neyse. Roshan bize değişik bir içki verdi ve kardeşlere bunları içirmemizi, sonra da bir ambara gece vakti getirmemizi söyledi. Rol yapmayı bilen birimiz babaları gibi davranacaktı ve hayalet gibi onlarla konuşup hazinenin olmadığına ikna edecekti. O kişi de ben oluyordum.

Neyse. Diğerleri Mithu ve Fathu'ya gittiler, ben de Nathu'ya. Adamı bir türlü hiçbir yerde bulamadım. Ümidi kesip hana döndüğümde ise Fathu ve Nathu'nun, Derya ve Egemen'le oturduğunu gördüm. Yanlarına gittim ve Nathu'yu ikna edip ona ilacı içirmeyi başardım. Fathu'ya da diğerleri içirmişti zaten.

Bir süre sonra bunların kafa... gitti. Bayağı gitti. Uçuyorlardı resmen. Böyle olunca adamları direkt ambara götürmeye karar verdik. Tam götürecekken Roshan ve Brass yanıma geldi ve benim önce gitmem gerektiğini, ambarı hazırlamamız gerektiğini söyledi.
Ambara gittiğimizde Roshan bana resmen bir çarşaf giydirdi. Bir iple tavandan sarkıtılacağımı ve oradan kardeşlerle konuşacağımı söyledi. Etrafı duman altı yaptık tütsülerle ve gece karanlığında iyice bir şey görülmemesini sağladık.
Bir süre sonra Leonard, Derya ve Egemen 3 kardeşle beraber içeri girdi, ben de o sırada yukarıdan aşağıya sarkıtılıyordum.

"Oğullarım! Üzgünüm size yalan söylediğim için ama, hazine aslında yok..." gibisinden laf kalabalığı yaptım. Kardeşler iyice inanmışlardı ve sonunda Roshan'dan özür dilediler ve gönderdik.

Leonard'la ettiğim muhabbetler sırasında kendisinin buralarda yeni olduğunu ve uzun süre kalacağını öğrendiğimde, kenarıya çektim ve güzelce konuştum para konusunu. Kendisi ise, silahım yokken bana saldırmayı tercih etti. Karşılık vermedim ama kaçıp gitmedim de. Ona bunun sonuçları olacağını söyledim, yapmamasını söyledim. Nazikçe uyarıyordum fakat kendisi bunu tehdit olarak algılayıp iki üç kez daha üstüme, tekrarlıyorum, ben silahsızken saldırmaya devam etti.

En sonunda Derya ve Egemen onu tutmayı başardı ve bana düello yapmak isteyip istemediğimi sordular. Derya bana kılıcını ve hançerini verdi, böylece başladık düelloya. Öldürmek yasaktı.


Leonard, bana çizik bile atamadı ve ben adamı neredeyse ölme durumuna getirmiştim. Oldukça sinirliydim. Silahım varken bana dokunamayacağını biliyordum zaten. Leonard korktu ve 3 altını vermeyi teklif etti. Ben de, silahsız birisine saldıracak kadar onursuz birisinin parasını istemem dedim. Parayı almalıydım, şu an pişmanım. Ama o sırada ağzımdan çıkanları kontrol edemedim.

Egemen ve Derya biraz etkilenmişe benziyorlardı. Silahları geri verdim ve gün öylece bitti. Bu tatsız son, moralimi düşürmüştü. Eh... bu sefer Leonard bir daha karşıma çıktığında, ne yapacağımı biliyorum.


Náriel Tangölgesi
Başlık: Ynt: Oyun Özetleri
Gönderen: Zamir - Aralık 15, 2018, 02:02:59 ÖÖ
14 Aralık Cuma, İş Başka Arkadaşlık Başka

Ferolgar Naldöven adında Yerbüken'de dükkanı olan bir tüccar handa bir duyuru geçti. Mesleki rekabetle ilgili ufak bir meseleyi halletmek için ağzı sıkı birilerini arıyormuş. Ben Thalmir böyle şeylerle ilgilendiği ve Anmas'lı tüccarlarla iş yaptığımızı bildiğim için konuda bilgi sahibi olmak istedim ve adamla iletişime geçtim. Benimle beraber onbaşı Antas, çekiççi Eoseltas ve yeni tanıştığım bir genç olan Pirro'da vardı. Genç fena değil anladığım kadarıyla öğrenciymiş. Laf da dinleyen bir eleman, bizim handa kalmasını ayarladım belki işimize yarar. Bunun yanında Eoseltas ve Antas'ın görevde olması benim için hiç hoş değildi ikisi de tam görev adamı inatçı tipler. Her neyse herifin dükkanına girdik ama adam ortada yok. Çırağından öğrendiğim kadarıyla aslında farklı bir meseleyle ilgili bizi çağıracakmış ancak bir tehdit almış ve bu yüzden evden çıkmaya korkuyormuş. O yüzden öncelikle halletmemiz gereken mesele bu oldu. Biz de adamla konuşmak için evine doğru yollandık.

Ferolgar'la konuşunca işin rengi anlaşıldı. Adamın kapısının önüne baya "Buradan pılını pırtını toplayıp, dükkanını da kapatıp gideceksin, yoksa..." diye bir not bırakılmış yanında da zehir olduğunu tahmin ettiğimiz siyah bir sıvı dolu bir şişe konulmuş. Bunu kim yapmış olabilir, yakın zamanda seninle uğraşan eden oldu mu diye sorunca Korvus adında bir balıkçıdan bahsetti. Gerçi adamın adının Korvus olmadığı, mesleğinin de balıkçılık olmadığı kesin. Dediğine göre bu adam Başçavuşun da arasında bulunduğu bir ekip tutup bunları kandırarak Ferolgar'a ait olan bir kutuyu, kutunun içinde Ferolgar'ın evrakları varmış, kendisine ait olduğunu söyleyerek çaldırtmış üstüne de Ferolgar'ı tutuklatmış. İşin aslı ortaya çıkana kadar da çoktan tüymüş adam. Neyse dediğine göre bundan başka bir tatsızlık yaşamamış. Zaten çevrede de soruşturduk gerçekten öyle, Ferolgar'dan şikayetçi kimse yok gibi ortada. Hal böyle olunca dağılıp Korvus hakkında biraz bilgi toplamaya karar verdik. Ben hana gidip bizimkilere sordum, Pirro'nun da önüne yiyecek bir şeyler koydum ki karnı doysun adamın hem biraz bize ısınır. Bu arada biz evin kapısının önündeyken bir ara Pirro birinin uzaktan evi izlediğini fark etti. Biz bakınca uzaklaştı ama peşinden gidince yaklaşmayı başardık. Tabi ki sadece buradan geçtiğini ve Güney Yelbüken Ticaret Şirketi'ne gittiğini söyledi.

Onbaşı Antas kendi kaynaklarıyla konuşmaya gitti, Eoseltas'da cemaatten birilerine sormuş sonunda handa tekrar toplandığımızda az çok bir şeyler vardı elimizde. Şimdi bizim Ferolgar Dromnejliymiş, bu Korvus denen herif ise Anmaslı muhtemelen. Bunun husumetin kaynağı olması mümkün dedik sonuçta iki devletin arası epey gergin. Bunun yanında zehir Dev Örümcek Zehriymiş, ölçeğe göre felç eden yada ölümcül olan bu meret buralarda üretilen yada kolay bulunan bir şey değil bunu getirten her kimse epey profesyonel çalışmış. Elimizde pek bir şey yoktu ama Anmas'la bağlantılı olabileceği için Güney Yelbüken Ticaret Şirketi'ne gitmeye karar verdik. Korius öldüğünden beri başında kalfası vardı çok düşünmesem de belki bir şeyler bilebilir diye umarak yola koyulduk.

Vardığımızda daha önce karşılaştığımız kadın, kalfayla ofiste konuşuyorlardı. Bir iki dakika sonra içeriye biz girdik. Bu Antas kapıyı biz girince kilitledi, zaten Eoseltas ve bu bariz biraz manyak. Ben adamın ağzını hafiften ararken Eoseltas bildiğin masaya vurup herifi açık açık tehtit etti. Kapının kilitli olduğu da dışarıdan kapıya vuranlar sağolsun anlaşılınca kalfa epey korktu ve hiç bir şey bilmediğini açıkça belli etti. Kalfanın haline ben bile üzüldüm açıkçası adamı yok yere epey korkuttular bir şey bilmediği zaten barizdi. Her neyse biz bu adamla konuşurken Pirro'yu kadının peşinden yolladık bizim kalfayla işimiz bittikten bir süre sonra o da geldi. Dediğine göre kadın Kanlıkaya'da küçük bir evde oturuyormuş. Tekrar ayrılmaya karar verdik. Eoseltas ve Antas, Yerbüken Muhtarı Davos ile konuşmaya gidicekti biz de hem kadının evine bir bakıcak hem de Solomon ile biraz konuşucaktık.

Kadının evi epey küçük ve tek gözlü gibi gözüküyordu. Kapıyı Pirro çaldı ama içerde kimse yoktu anlaşılan. Bunu anlayınca Solomon'un yanına gittik. Solomon'la neyseki aramız fena değil, ama kadın hakkında o da pek bir şey bilmiyordu. Muhtemelen çiftçi falan olduğunu söyledi ama ismini yada ne zaman geldiğini falan bilmiyordu. Ben de o sokakta yaşayan dilencilerin bu konuda daha fazla bilgi sahibi olabileceğini düşünerek o tarafa tekrar yöneldim. Dilenciler kadının bir ay kadar önce geldiğini, ancak eve gelip giden bazı adamların da olduğunu, kadının ise evde çok durmadığını ve bazen gece bazen gündüz garip saatlerde eve girip çıktığını söyledi. Bunu öğrenince epey işkillendim. Kadında kesin bir bit yeniği vardı. Dilencilere biraz para verip kadını ve eve girip çıkanları biraz gözlemelerini söyledim. Geri dönüp bizimkilerle buluşunca gece olana kadar bekleyip hem eve girip çıkan oldu mu onu öğrenmeye hem de mümkün olursa eve gizlice girmeye karar verdik. Bunun üzerine bir kaç saat bekledik ve güneş battıktan sonra tekrar evin önüne geldik.

Dilenciler eve giren kimsenin olmadığını söyledi. Muhtemelen içerdeki kadın bizim bir şeyler aradığımızı fark etmişti. Eoseltas kapıyı zorlayarak açtı ve içeri girdi Pirro ve ben de Ferolgar'a gece saldıran olmaması için evini korumaya gittik. Sabah bunlar gelmeyince eve döndük. Anlaşılan bizimkiler bütün gece gelen giden olur mu beklemişler. Heralde casusları da kendileri gibi yarımakıllı falan sanıyorladı onu bilmiyorum. Neyse buranın casuslar tarafından kullanıldığını anlamış olduk. İçeride muhtemelen casusların bilgi alışverişi yapmak için kullandığı yatağın altına gizlenmiş bir kutu vardı. Kutunun içinde ise Ferolgar Naldöven'in Dromnej'li bir tüccar olduğu, işinin bozulması gerekirse öldürülmesi gerektiği yazıyordu, tilki benzeri bir mühürle mühürlenmişti ve aynı zehirden bir şişe daha vardı. Normalde bu kanıtı doğrudan Anmas'lı iş ortaklarımıza iletir ve ortaya çıkmasını engellerdim ancak yanımda iki tane görev aşkıyla yanıp tutuşan adam vardı bu yüzden uyum sağlamak zorunda kaldım. Kanıt yeterliydi ve bu kadın hakkında biraz daha bilgi edinmek için tekrar Güney Yelbüken kalfasıyla konuşmaya gittik.

Kalfa kadını ilk defa gördüğünü, isminin Sywl olduğunu ve Yerbüken'de bir dükkan açmak istediğini söyledi. Heralde burada iyice bir yer edinmeye çalışıyordu. Sonuç olarak yeterli bilgiyi edindiğimizi düşünerek Ferolgar'ın yanında döndük. Ediniği bilgiler doğrultusunda Dromnej'e haber vereceğini ve bundan sonra korumasını uygun olarak arttıracağını söyledi. Antas'da hemen iki koruma yollayacağını söyledi tabi. Neyse ödülümüzü verip bizi yolladı. Zehir şişelerinden ve mektuplardan bir tanesi adamda kalırken, bir mektup ve bir şişeyi de Antas, Kara Kanatlara teslim etmek ve olayı valiliğe taşımak için aldı. Ben de bu olayın Thalmir'in ilgisini çekeceğini düşünerek anlatmak için yola koyuldum.

-Tirili Astorian
Başlık: Ynt: Oyun Özetleri
Gönderen: Caladwen - Aralık 20, 2018, 08:05:06 ÖS
Gölge Oyun - 19 Aralık Çarşamba


Astorian'ın geçenlerde Anthas ve Easoltas ile beraber çıktıkları görevden sonra konu hakkında tekrar araştırma yapmayı istemesiyle ailemize yeni katılan Zynx, o ve ben handa oturduk ve konuşmaya başladık. Astorian bize bu Sywil denen kadın hakkındaki detayları anlattı ve Thalmir'in Anmas'la arasını iyi tutma isteği üzerine bu konuyu çözmemiz gerektiğini düşündü.

Tüm ipuçları, Sywil'in ya bir Anmas casusu ya da suçu Anmas'a atmaya çalışan bir Dromnej'li olduğuu gösteriyordu. Anmas casusu ise yardım edecek ve olayı örtbas edecektik, Dromnej'li ise bunu ortaya çıkaracaktık.

Etrafta Sywil hakkında bilgi almaya koyulduk. Kanlıkaya'dakilerin dediğine göre Astorian'ın son uğrayışından sonra kadın bir daha evine gelmemişti. Biz yine de eve girdik ve bir daha göz attık, hiçbir şey yoktu. Çıktığımızda üç hovarda bize gelip "Hop, siz kimin mahallesinde kimin evine giriyorsunuz?" gibisinden laflar attılar. Ben dağılın dedim ve bir tanesi beni ittirmeye kalktı. Bileğini tuttum. Az daha o elini büküp bir yerine sokacaktım, çünkü ardından hem bana hem de Astorian'a yumruk atmaya çalıştılar, fakat yapmadım.
Kendimi tutamayacak raddeye gelmişken arkadan bir adam bu üçünün de bileklerine çift crossbow pistol ile sıkarak bizi ayırdı.
Adam çok tuhaf bir tipti. Gayet normal bir onaliye benziyordu ama... bizi ileride kasabanın biraz dışına çıkardı ve konuştu.
Sywil denen kadını o da arıyormuş, eğer daha fazla bilgi almak istiyorsak akşam Eski Mezarlık'a gidecekmişiz.

Neyse. Biz hana geri döndük bu garip olayın gerçekleşişinden sonra ve de geceyi beklemeye başladık. Ben beklerken boş durmayayım diye Lilda Nefes'in kütüphanesine gittim ve birkaç Anmas kitabı bakındım, pek bir şey çıkartamadım okuduklarımdan.

Sonrasında ise geri döndüm ve Astorian, Zynx ve ben Eski Mezarlık'a yola koyulduk.

Vardığımızda adam ortalarda yoktu fakat bir süre sonra çıkageldi. Adama güvenmek için hiçbir nedenimiz yoktu ama Astorian'la falan bu adamın bize yardımcı olabileceğini düşündük. Adam kadının Ördek Çiftliği'nde olduğunu söyledi. Kendi ismini söylemedi, söylersem de yalan söylemiş olurum dedi zaten. Gidebiliriz dedi ve yola çıktık, bu adamın tek başına bize bir şey yapamayacağını düşünerek.

Yürürken Karen Çiftliği'nin oralarda pusuya düşürüldük. Fark edemediğimiz taraflardan ok yiyorduk. Yanımızdaki adam direkt siper aldı, ben de tam saklanacaktım ki Astorian ve Zynx iki ok ile vuruldu ve yere düştüler. Ok, zehirli olmalıydı. Onları çekmeye çalışırken bayağı bir ok yedim, hepsi zırhımda kaldı fakat en son bir tanesi eklem yerlerinden birisine denk geldi ve ben de zehirlendim... bir süre sonra kendimi bizim ikiliyle beraber yerde, hareket edemez halde yatarken buldum. Bizim adam savaşmaya uzun bir süre daha devam etti fakat en sonunda pes etmiş olmalıydı ki kaçtı. Bizi de pusu kuranlar alıp götürdü, o sırada bilincimi kaybettim.

Uyandığımda kollarımdan omzumun altından asılmış şekilde bir tavandan sarkıyordum. Kendimi kurtarmaya çalışsam da beceremedim, ses çıkarmamaya çalışıyordum. Yanımdan Astorian ve Zynx'in seslenmesiyle onların da burada olduğunu öğrenince, hayatta olduklarını da öğrenince bir nebze rahatladım. Biz bir süre ne yapacağız diye düşündükten sonra misafirperver ev sahiplerimiz, sahibemiz, ellerinde meşaleleriyle içeri girdiler. Bir mağara içindeydik.

Sywil, bizim kime çalıştığımızı sordu. Astorian ve ben laf kalabalığı yapıp zaman kazanmaya çalıştık fakat işe yaramıyordu çünkü özellikle Astorian ben konuşurken benim sözümü kesiyor, o kesince benim onu bölmem gerekiyor, bu sebeple de kadın bizi pek sallamıyordu. Çok susamıştık ve onlardan su istedik. Bize birer bardak su verdiler, ve dediler ki içtiğiniz şey aslında zehirdi, konuşmak için 8 saatiniz var yoksa antidotu vermeyeceğiz ve öleceksiniz...


Bir süre sonra zehir etkisini göstermeye başlamış gibiydi, en azından Astorian ve Zynx'te. Öğürüp duruyorlardı. Kadın geri geldiğinde beni buradan almasını ve ayrı konuşmak istediğimi söyledim.

Kadına, eğer biz sizi bulmasaydık başkaları bulacaktı ve başınız derde girecekti, bizi salın, bu olayı örtbas edelim ve hiçbir şey yaşanmamış olsun gibisinden konuştum fakat kadın beni hiç takmadı ve mağaraya geri götürdü. Doğrusu bir an beni öldürüp öldürmemek arasında gidip gelmiş gibiydi. Diğerlerinin yanına geri döndüğümüzde onlara da konuşmalarını söyledi. Astorian geveledi bir şeyler ama en sonunda Orin'le olan bağlantımızı ifşa etti... ve kadın bizi saldı. Meğer içtiğimiz şey zehir falan değil, küflü suymuş. Hatta silahlarımızı bile çalmadı. Tabii bizim planların ifşa olması hiç hoş değildi ama en azından yaşıyorduk.

Mağaradan çıkıp koşar adımlarla kasabaya geri döndük. Orada etrafta bize bu kadının yerini söyleyen ve bizi götüren adamı bulmaya çalıştık. Bir balıkçı tanıdığını söyledi ve ona adamı hana yönlendirmesini söyledik. Adam hana geldi ve ağzından bilgi almaya çalıştık fakat beceremedik. Adam iyi bir casustu ve ikimiz de taktiksel olarak aynı şeyleri yapıyorduk o yüzden birbirimizi nötrlüyorduk.

En sonunda adamı uğurladık... Hiçbir şey becerememiştik, az daha öldürülmüştük, ve planlarımız açığa çıkmıştı. Bunun siniri, saatlerce tavandan asılı kalmanın yorgunluğu ile yatakhaneye gittim, bizim Gurt çarşafımı ısırıp yemeye çalışırken de olsa bir şekilde uyumayı başardım...

Náriel Tangölgesi

Başlık: Ynt: Oyun Özetleri
Gönderen: Buzut - Aralık 21, 2018, 02:56:05 ÖS
Tarihte Kaybolan Bilgelik-20 Kasım Perşembe
Yalnız Ada'da olan bir simyacının kurtarılması için çağrıya Lejyon'dan Başçavuş Brynhilde ve Dragon, Habis Bacı'dan Derya Teğmen, Papaya'nın yeni çekiççisi ve ben -Zynx- cevap verdik. Bir tüccar ile konuştuktan sonra bu simyacının peşinden gitmeye başladık.
5 kişilik bir teknede soğuk havaya rağmen bir sıkıntı çekmeden ilerledik. Yalnız Ada'ya vardığımızda etrafta pek bir canlı yoktu. Çamur içinde çok ilerlemeden insansı canlılara ait izler bulduk. Bu izleri takip etmektense yolumuza ilerledik.
Çok geçmeden karşımızdaki bir tepede çıplak bir deli bulduk. Bu delinin elinde tahta bir mızrak vardı ve bağırarak -anırarak- yamaça mızrağını fırlattı. Çok geçmeden kendi de aşağıya inerek -atlayarak- avının peşinden gitti.
Dragon ve Derya Teğmen yamaça dalarak adamı aramaya başladılar.
Adamı bulduğumuzda bir domuzu öldürmeye çalışıyordu. Domuz ona saldırdığında kolundan fena yaralandı. Domuzu sonunda öldürdüğümüzde -Başçavuş ve ben- adamı kurtarmaya çalıştık. Ama yaklaşık olarak 10 dakikaya hayatını kaybetti.
Adamın ölmesine bir küfürleşme başladı -Dragon ve Derya Teğmen- ancak daha da kötüye gitmeden Başçavuş durdurdu.
Ölen adamın eşyalarına baktığımda bir hançer ve kürk buldum. Hançeri Çekiççi'ye verip önümdekileri izlemeye devam ettim.
Sonunda aradığımız adamı bulduğumuzda bir tepenin üstüne çıkmış goblinlere taş, sopa veya sadece dal sallayarak korkutmaya çalışıyordu.
Goblinleri öldürmemize büyük bir patlamayla yardım eden simyacıyı teknemize götürürken deli hareketlerinden Teğmen dayanayamayıp adamı döverek öldürdü.
Adamın eşyalarına baktığımda barut kullandığına emin olduğum tozlara yakından bakınca barut olmadığını öğrendim.
Çantasında bulduğum çakmaktaşını ve matarasını alıp çantayı sırtladım.
Maalesef çantasını tüccara geri vermek zorunda kaldım. Tüccar Lejyon'a Teğmen'i istiyorlarsa hapse atabilceklerini söylerek maceramızı bitirdi.
Başlık: Ynt: Oyun Özetleri
Gönderen: Zamir - Aralık 21, 2018, 07:36:40 ÖS
21 Aralık Cuma - Her Çocuk Anne İster

Gurt ile yollarımızı ayırma zamanı geldi, ha bugün ha yarın bırakıcaz annesine derken zaten sinirli olan Thalmir daha fazla dayanamamış olacak ki götür şunu anasına, yetişkin ni ogre de bulmadan gelme dedi. Ben de Náriel'i çağırdım, o sıra ilk gördüğüm eleman olan yeni kız Zynx'i de yanımıza alıp yola koyulduk. Sessiz Gözcü'ye gidicektik ve bir kaç saat yolumuz vardı. Hem Gurt yolda yesin diye hem de ogrelere hediye olarak yanımıza bir kaç kilo erzak aldık. Rahmetli Salva beyimin atına yükleyip yola çıktık. Yolda biraz geyik muhabbet ettik ama çok soğuk olunca kimsenin de pek konuşası gelmedi. Bir süre sonra Gurt bizi biraz daha korunaklı bir alana yöneltti ve kamp yerini gördük.

Devasa ve iyi yapılmış çadırlardan oluşan yerleşkeye yaklaştığımızda iki ogrenin ateş başında bir şeyler pişirdiğini gördük. Başta bizden biraz çekindiler ve Gurt'u görünce de biz kovduk bunu neden getirdiniz diye bağrıştılar. Ama biz derdimizi anlatıp biraz da yemek paylaşınca az çok diyalog kurmayı başardık. Olay şu ki Gurt tembelin tekiymiş, gerçi beraber yaşadığımız kısa zamanda edindiğim tecrübelere bakarak çok da şaşırtıcı gelmedi. Kabilenin yararına hiç bir şey yapmadığı için de kovmuşlar. Kendini ispatlamazsa da aralarına almayacaklarını söylediler. Koruma olarak gelmeye ise pek sıcak bakmadılar maalesef. Herkesin yararına bir çözüm olarak Gurt'un kendisini ispatlamasına yardım etmeyi önerdik. Dediklerine göre bir takım insanlar gelip bunların yemeklerini çalıyor, ortalığa saçıp gidiyorlardı. Bunlardan kurtulursak aramızda bir dostluk başlayabilir düşüncesiyle yola koyulduk.

Bir takım izler buduk ama izler çok garipti, yolda Gurt'u biraz teşvik etmeye çalıştım ama çok istekli değildi. Çocuk işte canım öğrenir sonuçta. Neyse Náriel bu izlerin Ghoul izlerine benzediğini söyledi. Biz de buna göre hazırlıklı bir şekilde yola devam ettik. Bir süre sonra Gurt yere yatıp ölü taklidi yaparak Ghoulları çekmeye karar verdi. Ölü taklidinden değil de kendini yere atarken çıkardığı inlemeden dolayı sanırım bir süre sonra bir Ghoul yanaştı. Zynx onu tek okta öldürdü ve biraz ilerde bir tane daha gördük. Biz onunla savaşaduralım bir tane daha geldi ve iki Ghoulla savaşmaya başladık. Biraz yaralandık ve Gurt'un hiç yardımı olmadı.(Bir iki isabetsiz taş dışında) Aslında iyi çocuk da harekete geçirmek için arkadaşları olması lazım. Neyse onları falan öldürdük Náriel ghoulların inini de buldu. Anlaşılan hepsini temizlemiştik.

Ogrelerin yanına döndüğümüzde Gurt'u biraz övdük. Ogreler tam da ikna olmadı tabi ama yanlarına almayı kabul ettiler. Şimdilik yetişkin bir ogre gelmeye yanaşmadı ama ogrelerle iyi bir anlaşma yaptık. Avladıkları hayvanlardan elde ettikleri deriyi be yağı bize yemek karşılıği vereceklerdi. Bize önerdikleri oranı ufak bir matematikle gözden geçirince bizim açımızdan inanılmaz derecede kârlı olduğuna karar verdik ve anlaşmayı kabul ettik. Dostluğumuz biraz daha ilerlediğinde birinin bizimle çalışmayı da kabul edeceğinden eminim. Her ne kadar ogre getirememiş olsak da Kadersizler adına kârlı bir anlaşma ile dönmüş olduk. Umarım Thalmir memnun olur.
Başlık: Ynt: Oyun Özetleri
Gönderen: Zamir - Ocak 08, 2019, 08:12:22 ÖS
8 Ocak Salı - Serkeş Koyu'nda Saldırı & Suyun Getirdikleri

Sabah erken saatlerde kasabada bir yaygara başladı, denizdr bir çatışma mı ne olduysa artık bir grup denizci kayıpmış. O sırada bunları duyanlardan Brass, Vix ve handa kalan Cethril bana katıldılar. Önce geminin kaptanını bulduk, Rosra adında bir kadındı, hem telaşlı hem sinirliydi tabi, olay gerçekten çok çirkin. Dediğine göre serbest bir ticaret gemisi olan Hafifayak adlı gemileriyle Sonçıkış'a yaklaşırlarken Anmas gemisi olan Keski'yi görmüşler. Tabi çok endişelenmemişler ve Sonçıkış bayrağı çekip devam etmişler ancak gemi peşlerini bırakmamış. Bir süre sonra gemiyi batırmak için ateş etmeye de başlamışlar o bağırışlar arasında düşmana yardım ettikleri iddiasını da duymuşlar, geminin tayfası da iki sandala atlayıp kaçmış. Neyse Rosra'nın dediğine göre bir süre sonra diğer sandalı Altın Balık civarında gözden kaybetmişler, içinde yardımcı kaptan da dahil 5 adam varmış ve bunları bulabilir misiniz diye yardım istedi bizden.

Handan biraz battaniye, içki falan alıp yola koyulduk. Hava inanılmaz soğuktu. Brass atıyla yol alıyordu kalanlarımız da yürüyordu. Epey yürüdük, heralde Altın Balığa dönen yol ayrımına yeni varmıştık ki etrafta kurtları fark ettik. Açlık hayvanların gözünü döndürmüş olacak ki saldırmaktan çok çekinmediler. İki tanesi Cethril'i yere düşürdü, ben onun üstündekileri kovalamaya çalışırken yere düştüm ve bir tanesi de beni kolumdan çekip sürüklemeye başladı. Boynumu falan zar zor koruyordum ki bir anda korkunç bir yaratığın kükremesiyle bütün kurtlar kaçıştı. O an Vix yanımdaydı, epey korkmuş gibiydi diğerlerini bir an göremedim ama Brass'a seslenince cevap verdi ve tekrar biraraya geldik.

Cethril epey yaralıydı ama bir süre daha dişimizi sıkıp Altın Balık civarında bir ev bulduk. Bacasından duman tütüyordu. Evde bir cift ve kadının yaşlı annesi kalıyordu. Neyse ki kadın epey becerikliydi, Cethril'e epey yardımı dokundu, bize biraz çay da ikram ettiler. Yorgunluktan ve soğuktan biraz içimiz geçti ve uyukladık. Adama durumu anlattığımızda bize biraz yardımcı olabileceğini, hem gemi battıysa karaya vuranlara da bakmak istediğini söyledi. Kadınla beraber hazırlandılar biz de yola çıktık. Az biraz ilerledikten sonra bir yükseltiye çıktık, oldukça geniş bir görüş alanı vardı. Gemiyi görebilmek için etrafa bakmaya başladık.

Bir süre sonrs Cethril fark etti, gemi nispeten sağlam bir şekilde kıyıya yanaşmıştı. Hatta etrafında bir iki adam bile seçiliyordu. Geminin batmadığını anlayınca bizim çift evlerine döndü biz de hayatta kalanlar bunlar mı diye bakmak için gemiye doğru yola koyulduk. Kısa ve zor bir yürüyüşün ardından gemiye ulaştık. Ordakiler ise gerçekten tayfadan kalanlardı. Bir kişi kaybetmişlerdi ama dört kişi hala hayattaydı. Biz hemen Sonçıkış'a dönmeyi düşünüyorduk ama tayfanın planı farklıydı. Geminin Sonçıkış'a kadar gidebileceğini düşünüyorlardı.

Şimdi gemi kesinlikle sağlam gözükmüyordu hani ben pek anlamam ama bazı kısımlarının eksik olduğuna şüphe yoktu. Yine de gemiden arta kalanları satmak kaptandan alıcağımız üç beş kuruşun yanında kulağa çok güzel geliyordu üstelik adamlara yardım etmek de istiyordum. Hal böyle olunca yardım etmeyi kabul ettik. Brass Sonçıkış'a dönmek istedi biz de en azından kıyıdan bizi gözlemesini istedik. Vix yelkenlere geçti kalanlar da kovalarla suyu dışarı atmaya başladık. Su çok soğuktu, getirdiğimiz içkinin biraz faydası oldu tabi ama bir süre sonra herkesin eli ayağı tutmaz oldu, özellikle Cethril çok kötü görünüyordu.

Neyse gemiyi bir şekilde hareket ettirdik. Su boşaltmaya devam ediyorduk ama yelkenler şişince ve biraz hız kazanınca bu işin olucağına güvenim iyice artmışı. Ama işte tam da o sırada Keski uzaklardan görüldü. Oldukça hızlı bir şekilde arayı kapatıyordu, o sırada biz de kaçmak için sandalı hazırlamaya başladık. Bir ara Cethril kıyıya doğru uçarak uzaklaşmaya başladı. O telaş içinde nasıl bir tepki vereceğimi bilemedim. Neyse sandala atlamayı başardık ama bir baktım Vix ortalarda yok. Beklemelerini söyleyip hemen gemiye geri tırmandım. Bir bakındıktan sonra Vix'i gördüm bir çatlaktan bana elini uzatıyordu. Hemen çekip çıkardım ve sandala yetişmeye çalışık ama biraz uzaklaşmıştı. Bizi görünce yanaşmaya çalıştılar ama bir balista okunun daha ardından ikimiz de suya düştük.

Nasıl yüzüp sandala çıktım hiç bilmiyorum ama suya düştükten sonra Vix'i bir daha göremedim. Anlaşılan suya girdikten sonra bir daha çıkamamış. Boğulması çok üzücü oldu, onunla beraber iki denizci daha ölmüştü. Gemiyi de kurtaramamış olduk. Hayatta kalmanın yanında Anmas'ın gaddarlığını da görmüş oldum.

-Tiritli Astorian

Başlık: Ynt: Oyun Özetleri
Gönderen: Zamir - Ocak 10, 2019, 01:14:31 ÖÖ
9 Ocak Çarşamba - Ludo'nun Yolculuğu

Ludo yakın zamanda yanıma geldi, dediğine göre Tatlı Ağaçlar'daki Adil Selles sunağından bir çeşit çağrı hissediyormuş. Şimdi dürüstçe söylemek gerekirse benim gözümde tapınaktakilerin dinle imanla alaksı yok, hepsi ya manyak ya da tüccardan farksız ama Ludo farklı işte. Daha önce de anlattığım gibi herif Eas'ın seçilmiş kullarından. Her neyse bunu duyunca hemen hazırlandım zaten hiç bir şey yoksa handa anlatıcak iyi bir hikayem olucaktı.

Kaptan Wizez'le araları fena değildi de, hadi Antas'ın da tapınakla arası iyi, yahu bu ogre nerden çıktı? Daha önce lejyon binasında da gördüğüm bu iri yarı yaratık gördüğüm heralde en akılsız ogre, ki ogreler konusunda çoğundan tecrübeliyim. Herneyse iri kıyım dostumuzun adı Tork. Hep beraber yola çıktık, epey yolumuz da vardı ve kurt sesleri de arada duyuluyordu. Özellikle ormana doğru yaklaştığımızda etrafta kurt binen goblinleri de görmeye başladık.

Bunlar ejdergöz goblinlerdi ve yol boyunca bizi oklarla sürekli taciz ettiler. Neyse ki Antas bir vakit kollayıp liderlerini kafasından vurmayı başardı ve goblinler bir süre uzaklaştı. Yolumuza devam ettik tabi ki sonunda saldırmaları kaçınılmazdı. Bir kaç tanesini indirip yolumuza devam ettik, sunağa iyice yaklaştığımızda Ludo diz çöküp Eas'a dua etmeye başladı. Korkutucu bir şekilde Ludo dua etmeye başladığında bulutlar hafif aralandı ve üstüne biraz güneş ışığı vurdu, tam bu anda Antas acı içinde dizlerinin üstüne yığıldı. Ludo yüzüne baktığında boynuna doğru damarlarının ejder kanatları şeklini alacak şekilde kabardığını fark etti. Hepimiz bu olaydan epey şüphelenmiştik, Antas bunun lanetli bir eldivenden dolayı olduğunu söyledi ama ejdergöz işaretleri oldukça barizdi biz de silahını alıo gözetimimiz altında devam etmesini sağladık.

Az zaman geçmişti ki goblinler yine toplaşmaya başladı, bu sefer liderleri biraz daha öne çıktı ve, uydurmuyorum, konuşmaya başladı. Kocaman bir kurda binen bu iri yarı goblin Antas'ın onlardan biri olduğunu ve onlara ihanet ettiğini söyledi. Bu yüzden Antası bizden istediler ancak Ludo onun cezasını vermenin kendi hakkı olduğunu söyledi. Sonunda goblin Ludo'yu bir duelloya davet etti, goblin kazanırsa Antas'ı alacak, Ludo kazanırsa goblinler bu topraklardan gidecekti. Cesur şövalyemiz tabii ki bunu kabul etti ve öne çıktı. Gerçekten etkileyici bir çarpışmaydı, Ludo önce goblinin kurdunu öldürdü, ardından da goblini ağır yaraladı ancak kendi durumu da pek iyi değildi, şimdi burda anlatacaklarımı başka kimseye anlatmıycam çünkü maalesef birileri harika bir hikayeyi berbat etmeyi uygun gördü. Olan şuydu, şanslı bir darbe sonucu Ludo yere düştü ve goblin sevinç naraları atmaya başladı. Ben Ludo'nun kazanacağına emindim ancak Wizez çok öyle düşünmemiş olacak ki Antas'a goblini vurmasını söyledi ve öyle de oldu. Sinirlenen goblinler ileri atıldı tabi biz de atıldık ve Ludo'yu aradan çektik. Goblin lideri ölmek üzereydi ancak bedenini uzaklaştırmayı başardılar, yani hala hayatta olabilir. Her neyse handa bunu tabii ki Ludo'nun dövüşü adil bir şekilde kazandığı şeklinde anlatıcam, birileri tez canlı diye hikayemden olucak değilim. Sonuç olarak zafer zaferdir, her beraber Adil Selles heykeline doğru ilerledik.

Sunağa vardığımızda Ludo dua etmeye başladı ve bu sefer Antas konuşamayacak hale geldi, ejdergöz olduğundan artık şüphe yoktu, söylemeye çalıştığı yalanlara bile dili dönmüyordu. Biz onu tutarken Ludo bir işaret görmüşcesine heykelin arkasına gitti ve bir süre orada durup bir şeyin ucundan çektikten sonra muazzam bie çift elli kılıç çıkardığını gördüm. Kılıcı bize gösterdiğinde üzerinde Alevbüken yazdığını gördüm, Adil Selles'in ejderhalarla savaşırken kullandığı kılıç. Antas'a ne olacağı konusunda biraz tartıştık ama Ludo infaz etmeyi uygun görünce Wizez ve ben tutarken Ludo yeni kılıcıyla ejdergözün boynunu vurdu. Ceset bir süre sonra çürüme belirtileri göstermeye başladı gerçekten bir ejdergöz, hem de Easoltas'ın en yakın arkadaşı. Ludo'yu tebrik edip kasabaya döndük, Ludo'nun yeni bir kılıcı, benim de anlatılacak harika bir hikayem vardı.

-Tiritli Astorian