Şövalye, soylu bineğinden indiğinde iniltileri duyabiliyordu. Bineği, kanatlarını kapayarak hafifçe geriledi, yanlarında duran yaratığın kokusu hayvanı ürkütüyordu. Şövalye kokuyu umursamadı, miğferini çıkardı, kılıcını kınına sokup mızrağını kavradı ve ters çevirdi. Yerde çaresizce kanlar içinde yatan devin ellerine basarak üstüne çıktı. Mızrağını bir haykırışla kaldırdı ve can çekişen yaratığa sapladı.
İşi bittiğinde hayvanını sakinleştirmeye gitti. Silah arkadaşlarının ikisi de ölmüştü. İkisinin de pegasuslarının cansız bedenlerinin parçaları vardı etrafta. Onlara yakılacak bir ağıt, isimlerine söylenecek bir şarkı elbette vardı ancak şimdi bunun zamanı değildi. Savaş devam ediyordu. Şövalye, pegasus biraz dinlendikten sonra hayvanın sırtına atladı. Bineği, kanatlarını gerdikten sonra şaha kalktı ve yeleleri savrularak havalandı. Pegasus şövalyesi, dev ile savaştıkları tepeyi aştı.
Şövalye yanılmıştı. Savaş devam etmiyordu. Breton atlıları hayvanadamları kovalıyor ve yakaladıkları yerlerde kafalarını uçuruyordu. Yere saplı onlarca mızrağın uçunda bir yaratık bedeni yatıyordu. Şövalyelerin kalkanları yaratıkların balta darbelerinden kırılmıştı ancak birçoğu atının üstündeydi. Uzaklarda, savaştıkları ordunun şefi olan koca minatoru gördü pegasus şövalyesi. Etrafı kaçan Ungorlarla çevriliydi, onun haykırışları savaşçılarını geri döndürmeye yetmiyordu. Minator şaşkınlık içinde bakınırken şövalyelerin mızrakları kalın derisini parçaladı.
Savaş devam etmiyordu. Breton ordusu galip gelmişti.