Merhaba Ziyaretçi

Gönderen Konu: Oyun Özetleri  (Okunma sayısı 3025 defa)

birbiyomühendis

  • Aidatları ödeyin.
  • Moderator
  • İleti: 216693
  • BAŞKANI SEVİN.
    • BAŞKANI SEVİN.
    • E-Posta
Oyun Özetleri
« : Ekim 11, 2018, 12:04:49 ÖS »
Özetlere, oyunun tarihini ve adını ekleyerek özetleri yazalım. aynı oyunun özetini farklı kişiler yazmasın lütfen.
BAŞKANI SEVİN.

zventul

  • Üye
  • İleti: 20
    • E-Posta
Ynt: Oyun Özetleri
« Yanıtla #1 : Ekim 13, 2018, 12:09:03 ÖS »
10 Ekim Çarşamba - Sessizce Halledilmesi Gereken Bir Başka Ufak Mesele

Güney Yelbüken Ticaret Şirketi'nin ağzı iyi laf yapan Son Çıkış Temsilcisi, bize meseleyi güzelce izah etti. Rakip şirket, bunların içkilerini bozarak itibarlarını yerle bir etmeye çalışmış ama son anda fark etmişler. Yaptıkları detaylı araştırma sonucu kimin yaptığını öğrenmişler ve bizlere şirketin müdürünün bulunduğu ambarı ve gideceği evi tarif ettiler. Adamın ağzından, kendilerinin yazdığı bir belgeyi imzalatmamızı ve aynı şirkete bağlı aydınlatma dükkanına da elimizden geldiğince zarar vermemizi arzu ediyorlardı.

Bahsettikleri limana yakın bölgeye gidip erketeye yattık. Sokakların kalabalıklığını, muhafızların devriye güzergahları ve zamanlarını tespit ettik. Eve girip adamı beklemek istedik ancak ticarethanelere yakın olduğundan sokak bir hayli kalabalıktı. Ekip içi bir uyuşmazlıktan dolayı işler sarpa sardı. Müdür evinin oraya geldiğinde hazırlıksız yakalanmıştık. Ben, Thalmir Kızılyılan, üstün becerilerim doğrultusunda doğaçlama olarak adamı ikna ettim ve Daffodil'in bir hayat kadını olduğunu, ona inanılmaz bir gece yaşatacağını herife inandırdım. Aradan beş dakika geçmedi ki herifin kapısına alacaklı gibi dayandım. ''Hırsız kadın! Kesemi almış!'' diye kapıya vurdum. Asıl amacım herifi kapıya çekmek ve Daffodil de arkasındayken içeriye doğru atılıp, evin içinde sessiz sedasız bu işi halletmekti. Ancak Daffodil silahına biraz erken davranıp adamın dikkatini çekmiş ve içeride bir arbede yaşanmış. Bu arbede sonucu Daffodil ağır yaralanmış. O sıra mahallelinin biri benim ses çıkarmama sinirlenerek küfürler savurmaya başladı. Ben de dikkati başka yöne çekmek için karşılık verdim ve bekçinin yanına gidip oraya gelmesini söyledim. Böylece bekçiyi de ekarte etmiş olacaktık. Adam beni görünce birden geri adım attı ve kuyruğunu kıstırıp evine geri döndü. Ben bekçiyi oyalamaya çalışırken herifin yardım çığlıkları sokakta yankılandı. Her ne kadar engel olmaya çalışsam da bekçinin düdüğü çoktan sokaklarda yankılanmaya başlamıştı bile. Mevzu boka sarınca ben de, kimse beni görmeden sıvışayım dedim ve ara sokaklardan birine kaçtım. Şans eseri Kadersizler'den Salin'i gördüm ve kol kola girip şarabımızı yudumlayarak Nazikbey'e döndük. Sonrasında ne oldu, ne bitti bilemem.


Zamir

  • Partykiller
  • İleti: 469
    • E-Posta
Ynt: Oyun Özetleri
« Yanıtla #2 : Ekim 14, 2018, 09:47:35 ÖS »
14 Ekim Pazar - Oyun Günü, 1. Oturum

  Sabah Habis Bacı ambarı önünde küçük bir kalabalık toplandık. Yaklaşık 20 kişi falan vardı. Kaptan Ateşsakal başta olmak üzere Kara Kanatlar'dan Vlad ve Kaptan Wizez olayı açıklamaya başladılar. Kuzeydeki haydut sorununu kökünden halletmek için Tatlı Ağaçlarda bulunduğunu düşündüğümüz sığınaklarını basmaya karar vermişler. Önce bilgi edinmek için farklı bölgeleri araştırmak üzere 4 gruba ayrıldık. Ben, bir denizci ve tapınaktan üç kişi aynı takımdaydık. Tapınaktan gelenlerin arasında önceden tanıdığım Jax da vardı. Yolumuz oldukça uzun olduğu için daha önce kendisi için çalıştığım Ferafil Rebulan ile konuşmayı tavsiye ettim daha önce de kendisinin bir işi için at arabalarından birini kullanmıştım. Rebulan bey beni oldukça iyi karşıladı az laflayıp kendisiyle anlaştık zaten haydutlardan kendisi de rahatsız olduğu için at arabasını almamıza kolayca izin verdi.

  İki arabacıyla beraber yola çıktık. Kasabadan çıkmadan Kara Kanatlardan bir Yarasa takımı da gördük. Akşam vakti kamp kurulucak yeri de tarif ettiler. Yol genel olarak sakindi. Gadora kalıntılarını geçtikten sonra arabadan inip ormana girdik. Arabayı geri yolladık.

  Ormanda biraz ilerledikten sonra küçük bir yerleşke gördük. Oldukça genç, altı yedi kadar insan vardı ve marangozluk tarzı bir şeylerle uğraşıyolardı. Jax ve ben konuşmak için ilerlerken diğerlerinin olası bir duruma karşı tetikte geride kalmasına karar verdik. Bizi görünce oldukça telaşlandılar, ayrıca tam konuşmaya başlayacakken ayrı bir grup geride bıraktığımız üç kişiyi gördü ve işler biraz sarpa sardı. Neyseki arkadaki ekip kimseye fazla zarar vermeden gelenlerin silah bırakmasını sağladı ve bir süre sonra herkes silahlarını indirdi. Anlaşılan haydutlar bu insanları haraca bağlamış ve üç çocuklarını da haydut olarak yetiştirmek için alıkoymuş. Çocukları kurtarmamız karşılığında bize istediğimiz bilgiyi vereceklerini söylediler biz de tekrar yola çıktık.

  Yaklaşık 15 dakika yürüdükten sonra haydutların ufak kampına vardık. Öğrendiğimiz kadarıyla yaşlı bir tanesi lider olmak üzere iki kişiydiler. Sessizce olabildiğince yaklaşıp saldırdık. Jax ve ben kadının teslim olmasını sağlarken diğer 3 arkadaşımız ihtiyarı halletti. Çocukları ailelerine teslim ettikten sonra içerdeki bir kaç altını ve ihtiyarın beyaz tüylü şapkasını alıp esirimizle beraber kampa döndük. Söz verdikleri gibi kalenin yerini de söylediler. Benim biraz yaralanmam haricinde görev gayet başarılıydı.
"Prodigious size alone does not dissuade the sharpened blade."

Caladwen

  • Üye
  • İleti: 6978
  • Any perils may look out for themselves.
    • E-Posta
Ynt: Oyun Özetleri
« Yanıtla #3 : Ekim 16, 2018, 10:39:49 ÖS »
14 Ekim Pazar - Ateşsakal ile Yıkık Dağ'a Gitmek


Görev günü şansıma, 4 Habis Bacı korsanı ile aynı ekibe düştüm. Rotamız ise Yıkık Dağ idi. Kaptan Ateşsakal da bizimleydi. Diğerlerinin adları Yngvar, Jeremy, Iggh'dı sanırım... o günün karmaşasından sonra yanlış hatırlamadığımı umuyorum.

Dağa vardığımızda, etrafta iz aramaya başladım. Ne kadar beni sevmeseler de gözüme güvendiler ve beni önden yürütmeye başladılar. Tabii bu olası bir kayıp için ilk kurbanın ben olmasını istediklerinden de olabilirdi.
Tepelerin ve kayalıkların arasından giderken, keçiden büyük fakat attan küçük toynak izleriyle karşılaştım. Hemen ekibi bildirdim ve bu olası yaratığı takip etmeye başladık.

Ish- Eas yanımızdaydı diye düşünüyorum ki goblinlerle karşılaşmadık. Gerçi karşılaşmamamızın sebebi haydutların orayı temizlemiş olması da olabilir.

Bir süre sonra takip ettiğimiz dar patika bir açıklığa ulaştı. Yine beni önden gönderdiler... gördüğüm şey ise bir mağara girişiydi, önünde ise ayak izlerinin muhtemel sahibi bir katır bekliyordu. Diğerlerine sessiz olmalarını işaret ederek katıra yaklaştım, eyer izlerinden bunun binek olarak kullanılan bir hayvan olduğunda karar kıldım. Yol mağaranın içi dışında başka bir yere gitmiyordu bu yüzden haydutcuklarımızın mağara içinde olduklarından hepimiz hemfikir olduk.

Mağaraya girdik ve ben önden ilerlemeye başladım. Olabildiğince sessiz gidiyor ve geldiğimizi duyurmamaya çalışıyorduk. Mağara içeride genişledi ve bir anda kendimizi 7-8 haydutun içinde bulduk. Sayıyı yanlış söylersem affola, hepsi birbirine benziyor mendeburların...

Ben kılıcımı, diğerleri ise yayları baltaları olsun çektiler ve bu adilere saldırdık. Neler olduğunu anlayamadan 4'ünü indirmiştik bile. Onların başı olduğunu düşündüğümüz irice bir adam biraz zor düştü, ama sonuçta düştü. Bu sürede Ateşsakal bayağı hasar aldı, ben ise birkaç çizikle kurtuldum. Şansım yaver gitmişti, hem adam öldürmüş hem de kendimdem bir şey kaybetmemiştim.

Birkaç minik dövüşten sonra kalan son iki haydut teslim oldu. Onları sonraki aşama için esir aldık. Sorgulamamız ve haydutların asıl yerini öğrenmemiz gerekiyordu. Böylece Yıkık Dağ'daki görevimiz ve haydutların sonu gelmiş oldu.


Náriel Tangölgesi
« Son Düzenleme: Ekim 16, 2018, 10:42:15 ÖS Gönderen: Caladwen »
I am the ancient. I am the land. My beginnings are lost in the darkness of the past. 
                                        -Strahd von Zarovich

Caladwen

  • Üye
  • İleti: 6978
  • Any perils may look out for themselves.
    • E-Posta
Ynt: Oyun Özetleri
« Yanıtla #4 : Ekim 16, 2018, 10:59:04 ÖS »
16 Ekim Pazartesi - Son Fener Adası Kontrolü



Lejyona verilmiş bir görev olmasına rağmen hem Astorian hem ben, göreve yama olduk.

Görev bir ticaret şirketi adına verilmişti... Maden... güney... ay, hatırlayamıyorum, kusuruma bakmayın! Kafa gidik biraz, heh.


Lejyondan iki onbaşı (Norman ve Arkthus), daha önce karşılaştığım kötü kokan bir derviş (n'olursunuz şu adamın handa yıkanmasına izin verelim yoksa bir gün koku duyumu kaybedeceğim) vardı biz ikimizden başka. Kırık Yelken adasına çok yakın olan Son Fener Adası'na yola çıktık.

İndiğimizde karşımızda bir orman vardı. İçeriden geçerken ben birkaç ciyaklama sesi duydum, ağaçtan ağaca zıplayan birkaç figür gördük ama ne olduğunu çıkartamadık. Tam Kule'ye giden tepeye çıkacakken arkamızdan ok yememizle gördüklerimizin goblin olduklarından emin olduk. Astorian ve Arkthus ağır yara almıştı, Norman o kadar olmasa da yaralanmıştı. Derviş ve ben ise ok yememiştik.


Koşarak tepenin üzerine çıktık ve goblinlerin atış mesafesinden uzakta kaldık. Kule çok tekinsiz görünüyordu ve içeriden tuhaf sesler duymuyor değildim. Norman buraya girmek istemedi, derviş Wulfric ise gireceğini ve bize bilgi vereceğini söyledi biz de kabul ettik.

İçeride ne gördü bilmiyoruz ama bir şeyler olduğunu söyledi. Belki de cidden tam göremedi ama orada canlı bir şeyler olduğundan emindi. Geri çıktığında, Norman görevin burada bittiğini söyledi, yapabileceklerimizin bu kadar olduğunu. Bizim için önemli değildi sonuçta görev başarılamazsa bu lejyona patlayacaktı ve bu durumdan çok da memnun olurdum.


Wulfric burada biraz daha kalacağını, bizim kayıkta akşama kadar beklememizi, dönmezse gitmemizi söyledi. Norman kabul edince diğer onbaşı Arkthus da etti, biz de kendimizi tehlikeye atmadık ve kayığın oraya, sahile döndük. Ormana girmemeye dikkat ettik tabii ki.

Kayığın orada Norman, Arkthus ve Astorian'ı iyileştirmeye çaşıştı. Arkthus turp gibi olmuşken Astorian hâlâ halsiz ve yorgundu, burada bir dalavere mi var diye düşünmedim değil. Kadersiz olduğumuz için bize yardım etmek istememiş olabilir.


Birkaç saat orada bekledikten sonra gözüm deniz içerisinde hareket eden büyük, KOCAMAN şeylere çarptı. İki yengeç, son hızla bize doğru gelmekteydi. Herkes oklarını çekti ve bu yaratıklara sallamaya başladık. Bazısı vurdu, bazısı vuramadı. Bu sırada derviş de geri gelmişti, derviş ve kayıktaki denizci karı-koca bize kaçın diye hareketler yapıyordu ama Norman kaçmanın akıllıca olmadığını ve kaçarsak ölebileceğimizi söyledi.


Yengeçler fazla korkunçtu... hepimizin eli ayağı birbirine dolanmıştı. Savaşırken istemsizce titriyor, reflekslerimiz yok olmuşcasına tepki veremiyorduk. En sonunda Astorian, Wulfric ve ben kayığa kadar kaçmayı başardık, Norman'ı dinlemedik. Arkthus ve Norman hâlâ karada yengeçlerle savaşıyordu. Arkthus iki yengecin üzerine gelmesiyle hayatını oracıkta kaybetti, yazık. Gerçi deliydi biraz. Pek önemli değil. Lejyon bir onbaşısını kaybetmiş oldu. Norman kayığa ulaşmayı başardı. Yengeçler kayığa saldırsa da fazla hasar vermeden açılıp, Sonçıkış'a dönmeyi başardık.


Görevin akıbeti ne oldu, o ticaret şirketi Kara Kanatlar'a nasıl tepki verdi falan ne yazık ki bilmiyorum, ama çok hayırlı olduğunu da düşünmüyorum. Sonuçta verilen görev tüm adayı kontrol etmek iken biz sadece 1 saatlik bölgeyi gezebilmiş, oraları da yarım yamalak inceleyebilmiştik.



Görev bu şekilde sona erdi.

Náriel Tangölgesi
« Son Düzenleme: Ekim 17, 2018, 05:24:09 ÖS Gönderen: Caladwen »
I am the ancient. I am the land. My beginnings are lost in the darkness of the past. 
                                        -Strahd von Zarovich

Zamir

  • Partykiller
  • İleti: 469
    • E-Posta
Ynt: Oyun Özetleri
« Yanıtla #5 : Ekim 19, 2018, 12:03:30 ÖÖ »
18 Ekim Perşembe Yeni Dostlar
Cuma saat 10 civarında ben (Astorian), eski başçavuş Brass ve bizim kadersizlerden Daff'la beraber Vrelcog'un karşısındaydık. Bize olayı gayet net bir şekilde anlattı. Ferafil Rebulan'ın artık her neredeyse kendine ait bir portresi varmış ve bizim bu portreyi bir güzel biçmemiz gerekiyor. Benim Rebulan beyle az çok konuşmuşluğum olduğu için tablonun yerini de biliyordum sahil tarafındaki ambarda ofisindeydi. Bizimkilerle az çok planımızı yaptık içeri gizlice girmek için biraz ekipman da alıp biraz etrafta adamı soruşturduk. Anlaşılan cumartesi günleri ahbaplarıyla hanın belli bir bölümünü kapatmayı seviyordu. Genç bi karısı ve çocuğu da vardı. Papaya Tapınağı yakınlarında bir evde oturuyordu. Her neyse Daff'la adamın ambarına bir yaklaşıp uzaktan etrafı inceleyelim hem de belki bazı çalışanların ağzını ararız dedik. Bu sırada Brass da adamın evine bir göz atmaya gitti. Febulan orada değilmiş. Biraz çalışanlarla konuştum Daff orada çalışmak için kalfayla konuştu, adam sabah gelmesini söyledi.

Akşam handa tekrar bizimkilerle buluştuk. Brass adamın evinin bir kaç bekçiyle korunduğunu söyledi. Yarın Febulan'dan adamın anahtarını çalmanın iyi bir fikir olabileceğini düşündük hatta bu iş için Torankok'la bile anlaştık. Ancak biraz zaman sonra Daff handaki birkaç işçiden akşam vakti temizlik yapıldığını ve başlarında kalfanın durduğunu öğrendi. Bunun üzerine Daff'la Torankok gece vakti kalfadan anahtarı çalmaya karar verdiler. Ben de üzerime şüphe çekmemek için handa kaldım. Ertesi sabah Daff handa değildi. O gece ne yapıp edip işçileri ikna etmiş ve ambarda işçilerle beraber yatmayı başarmış. Hatta sessizce içeride gezinip az çok etrafı da tanımış ancak kalfa gece hiç gelmemiş ve ofisin kapısı da tabii ki kilitliymiş. Kalfa gelmeyince anahtarı da çalamamışlar. Her neyse hepimiz ambarın orda biraz oyalanıp etrafı gözlüyorduk Daff biraz yaranmak için ambara su taşıyordu ki Brass mekana doğru yaklaşan Febulan'ın kesesini ustalıkla yürütmeyi başardı. Bu adamdan gerçekten iyi bir Kadersiz olur. Febulan biraz yaklaşınca ben de akşam hana gelip gelmeyeceğini öğrenmek için kendisiyle biraz konuşmak istedim. Biz konuşurken kesesinin kaybolduğunu anladı ve evine doğru yola çıktı. Bu sırada Daff'a da o gece orada kalamayacağını ve iki güne kadar işe alınamayacağını da söyledi. Daff'ın o gece orada kalmayacağının da kesinleşmiş olması bence suçun bize atılmasını önlemek için iyi oldu.

Bizimkilerle akşamı beklemeye koyulduk. Febulan hana gelmedi. Ben handa kalıp Febulan gelirse diye gözlemeye başladım Brass ve Daff'da anahtarlarla beraber işi halletmeye gittiler. Anlattıklarına göre şanslarına sahilde Sessiz Elenor'un tayfası oldukça gürültü çıkarıyormuş. İşçiler de nöbet tutuyor olsalar da işlerini oldukça baştan savma yapıyorlarmış. Brass gözcülük yaparken uygun bir zamanda Daff havalandırmanın birinden bir kanca sallandırıp içeri dalmış. Ufak tefek tedirgin anlar yaşansa da Brass'la beraber halletmişler ve yakalanmadan sessiz sedasız işi halletmeyi başarmış. Görev genel olarak oldukça başarılı geçti. Febulan'ın kesesinin ve anahtarlarının elimizde kalması çok da istediğimiz bir sonuç olmasa da yakalanmadık ve işi Kadersizlere bağlayacak bir şey bırakmadık.
« Son Düzenleme: Ekim 23, 2018, 12:49:48 ÖS Gönderen: Zamir »
"Prodigious size alone does not dissuade the sharpened blade."

Zamir

  • Partykiller
  • İleti: 469
    • E-Posta
Ynt: Oyun Özetleri
« Yanıtla #6 : Ekim 21, 2018, 03:03:14 ÖS »
21 Ekim Pazar Yeni Bir Araştırma Görev Raporu
Sabahın köründe uyandırılıp "kalk adaya gitcez" denildiğinde günümün kötü geçiceğini anlamıştım zaten.

Haritacı Bolsaron hana gelmiş yanında da bizim Salva vardı. Uçan Goblin Adası'nın güneyinde ufak bir adaya gidecekmişiz. Neyse işte kahvaltı yaptık, ipdir kazmadır falan bir şeyler alıp biraz da nevaleyle yola çıktık. Bir kişi daha iyi olur diye tapınaktan Çekiççi Ludo da aramıza katıldı. Bizim yelkenliyle valiliğin denizcilerinden birini de yanımıza alıp denize açıldık.

Adaya varınca gezinmeye başladık. Önce oldukça büyük bir mağara gördük ancak sonra bakmaya karar verdik. Adanın ucundaki yüksek kayalığa doğru ilerlemeye devam ettik. Kayalığa tırmandıktan sonra en tepede yaklaşık 30 metre yükseklikte malum bir el işaretine benzeyen bir kayalık gördük. Bolsaron tepesinde bir dev kartal yuvası olduğunu söyledi. Yuvaya dokunmayancesaret edemedik ama bizim haritacı yan tarafta 20 metre kadar aşşağıda takılmış bir kartal tüyü gördü. Kısa çöpü ben çektim heralde çünkü tüyü almam için beni aşşağı sarkıtmaya karar verdiler.

Tüyü aldım almasına da tek parça halinde yukarı çıktığıma şükrediyorum. Her yanım ağrıyor, umarım bir yerlerimi kırmamışımdır. Salva ve Ludo'nun da ellerini... Öpüyorum. Çok güzel çektiler gerçekten. Her neyse bir buçuk metre civarı gerçekten muazzam bir tüy. Meraklısını bulursak para edebilir. Ben yukarı çıktıktan sonra oldukça derin bir çukur gördük sanki aşşağı inmek mümkün gibiydi. Çukurun duvarlarında aşşağı indikçe bir kişinin durabileceği çıkıntılar vardı ve sanki yanlara doğru içine girilebilecek tünnel benzeri girintiler var gibiydi ancak riske almadık ve ilk gördüğümüz mağaraya geri döndük.

Girişi 6 metre kadar olan kocaman bir mağaraydı. İçeride uyku tulumları, masalar, bir kaç kitaplık, sandıklar, bir çalışma masası ve tam ortada bir sunak benzeri mermer bir yapı vardı. İçeriyi oldukça iyi aradık. Sandıklar özellikle boş bırakılmıştı ve üst taraftaki arbaletleri tetikleyen bir mekanizmaya bağlıydılar. Sunakta pek bir şey bulamadık sadece bir takım işlemeler vardı. Bolsaron kitaplıkta bir takım kitaplar buldu, kitaplar boştu ancak fenere yaklaştırınca birden kararmaya başladılar. Çalışma masasında ise çekmecelerin bir çeşit mekanizmaya bağlı olduğunu ve duvarda muhtemelen gizli bir kapıyı açtığını fark ettik. Kapının yerini az çok saptadık duvarın bir bölümünden arkası boşmuşçasına bir ses geliyordu. Ancak ne mekanizmanın ipleriyle oynayarak ne de saatlerce kapı olduğunu düşündüğümüz yeri kazmalarla kırmaya çalışarak bir ilerleme kat edemedik. Zaten gece olmuştu. Güneş doğana kadar nöbetleşe uyumaya karar verdik.

Gece Bolsaron nöbet tutarken dev yengeçlerden biri tarafından saldırıya uğradık ancak 4 kişi oldukça hazırlıklıydık ve beraber saldırarak yengeçi alt etmeyi başardık. Hatta sabahki tüy alma macerama kıyasla çok daha az acı vericiydi. Yengeci de sahile sürükledik ve yelkenliye bağlayıp kasabaya döndük.

« Son Düzenleme: Ekim 23, 2018, 12:50:09 ÖS Gönderen: Zamir »
"Prodigious size alone does not dissuade the sharpened blade."

Baboli

  • Yönetim Kurulu Üyesi
  • *
  • İleti: 195
    • E-Posta
Ynt: Oyun Özetleri
« Yanıtla #7 : Ekim 23, 2018, 01:17:41 ÖS »
22 ekim Bolsaron Sertsu bilinmeyen adalara tekrar yelken açıyor.

 Aslında güzel bir sabahtı ve uykusuz olmama rağmen mutluydum. Limana giderken fark ettim ki bazı madenciler Bolsaronu çembere almış laf yapıyor. Nereye gittiysen bi puştluk çıkıyor yeni ada araştırma artık diye. Ben de olaylar itiş kakışa dönene kadar karışmadım. En son baktım mevzu büyüyor het höt derken Brynhildayı suya düşürdüler.(Tabi ki hiçbir delikanlı benim dengemi bozacak kadar kuvvetli değildi.) bi iki adam dövdüm biraz yumruk yedim derken tam ortalık sakinleşmişti ki bolsaron "her yeri her hafta araştıracağım size ne?" dedi. Uzun zamandır görmediğim kadar güzel bir uçan kafa yiyip suya düştü. Kafa atan elemanın peşine düşmedim çünkü bolsuş kaşınmıştı. Bu kadar saçma sapan işten sonra herhangi bir koyu olmayan adaya ulaştık. Goblinler adaya tırmanmak için kayalara dandik merdivenler oymuşlar oradan çıktık. Boş ve minik bir goblin kampı geçtik. Goblinler tarafından aktif kullanılan bir adaya benziyordu. Önce kuzeye yürüdük bir göleti geçtik. Yolda değişik totemler ve ayarsız bir kurt putuyla karşılaşınca bunu goblinlerin yetersizliğine verdik. İlerlemeye devam edince üstünde sargasça yazılar olan yıkık bir bina bulduk. Bina araştırılırken ayarsız bir put sandığımız kurdun meğerse gerçek bir şey olduğunu kendisi bana doğru gelirken anladım(melun yaratık) ilk önce bana saldırmadı Boz Bolsaron Bey kaçtı ben bekledim. Bana yavaş yavaş gelmeye başladı.Ben de yavaş yavaş gerilemeye başladım ben hızlandıkça o da hızlandı o hızlanınca en son koşmaya başladım ve yaratığın herhangi bir şekilde yorulmadığını farkedince kendim yorulmadan yaratığa döndüm ve bana saldırdı. Hiçbir şekilde vuramadı ama ben ona vurduğum zaman canı yanmış görünmedi. Yaratık ben ona vurduktan sonra titremeye ve etrafındaki toprağa titretmeye başladı. Ben bunu görünce yaratığın hareket etmediğini ve o sırada bana saldırmayacağını fark ettim ve geri döndüm. Sonrasında biz araştırma yapmaya devam ederken yaratık geri geldi ve bu sefer direk bana saldırdı. Yeni gelen bir eleman yaratığı tek ok ile devirdi fakat yaratık içinde ne varsa üstüne kustu. Üstünde mantarlar çıkan ağzında burnunda larvalar olan her yerinden balgam akan bir yaratığın üstünüze kusması hiç hoş bir şey değil.Her yerime iğrenç solucanlar ve böcekler bulaştı ve o acı ve tiksintiyi kelimelerle tarif edemiyorum.Bütün kıyafetlerimi çıkarttım. Önce toprakta yuvarlanmaya ve üstümden çıkan böcekleri atmaya başladım. Koştura koştura bulduğumuz bir gölete gidip yıkandım. Göletin rengi değişti ve üstüne sinekler doldu.Dönüp eşyalarımı almaya gittiğimde hiçbirinin üstünde o iğrenç balgamdan kalmadığını ve orada bol miktarda çiçek açtığını gördüm.Bana ne oldu bilmiyorum ama çok kötü bir durumdayım ve galiba öleceğim.Eğer ölürsem Hepinizi seviyorum arkadaşlar.Vasiyetimdir. Bütün malvarlığım Sonçıkış için didinen insanlara dağıtılsın
Mid-sexy reporting for duty


zventul

  • Üye
  • İleti: 20
    • E-Posta
Ynt: Oyun Özetleri
« Yanıtla #8 : Ekim 25, 2018, 12:51:50 ÖÖ »
21 Ekim Pazar - Bir Muhtar'ın Gecesi

O gün yine Derya Neşesi'ne bizimkileri topladım. Davos'un bir derdi olduğunu ve çözersek hem bize güzel bir kıyak borçlanacağını hem de Yerbüken ile ilişkilerimizi ilerleteceğimizi izah ettim. Onlar da sağ olsunlar beni kırmadılar ve Yerbüken'e doğru yola koyulduk.

Davos'un Yerbüken'deki ambarına vardığımızda onu telaşlı ve gergin gördüm. Bize durumu anlattı. Oğlundan kalma aile yadigarı bir kolyesi çalınmış ve nasıl çalındığına dair hiç bir fikri yoktu. İşin garip tarafı kolyenin pahalı bir şey olmayışı ve ondan başka her şeyin yerinde duruyor oluşu idi. Meseleyi anlamaya çalışırken ne zaman çalınmış olabileceğini anlatadurdu.

Gece iki genç evlenmiş. Davos ve Tywin'de orada boy göstermişler. Hatta içkileri de bizden temin etmişlerdi. E tabi haliyle otlar motlar ortamda dönüvermiş ve bizim yaşlı Davos'un kafası Rebulan'ın karısından bile güzel olmuş. Erkekliğe bok sürdürmek de istemiyor tabi, millet koluna girmeye yeltenince hepsini reddetmiş. Gözünü doğu iskelesinde açmış ardından. Baktığında ise kolyesini görememiş.

Bizim çocuklara sordum soruşturdum ve kasabaya yeni gelen kuyumcu hanımı adres gösterdiler. Kendisi de sağ olsun bizi saymış ve gelir gelmez haracını teslim etmiş. Velhasıl kelam gittik yanına. Kadına tarif eder etmez kolyenin kendisinde olduğunu söyledi. Kimin getirdiğini sorduğumuzda da Fısıltı Mahallesi'nden ''Kaplan'' lakaplı bir kızı adres gösterdi.

Bindik bi alamete deyip Fısıltıya doğru yola koyulduk Biz daha soruştururken kız bir anda arazi oldu. E biz de haliyle arkasından koşturduk. Ordan oraya, ordan oraya derken gözümüzü Nazikbey'de açtık. Bizimkiler kızı yaka paça yakaladılar ve hana götürdüler. Kızı sorguya çektiğimizde, bize herifi tam soyacakken Sessiz Eleanor tayfasından bir kaç kişi ve direkçisinin kendisine mani olduğunu ve o itiş kakış esnasında sadece kolyeyi alabildiğini söyledi.

Valilik kutlamalarından dolayı hala karada aylak aylak gezen tayfayı ve direkçiyi bulmak zor olmadı. Direkçi çok akıllı bi adama benzemiyordu ama yardımcı da oldu. Herifin doğu iskelesinde boğulmak üzere olduğunu gördüklerini, sandal ile beraber batmak üzere olduğunu söyledi. Ardından herifi kurtardıklarını ve doğu iskelesine attıklarını iletti. Tam gideceklerken Kaplan'ın adamı soymaya kalkıştığını görüp müdahale etmişler.

Neyse, oradan da doğu iskelesine geçtik. Tywin'lerin takıldığı mekana gittik. Hepsi harıl harıl ağlar ile uğraşıyorlardı. Ne yaptıklarından da pek bir şey anlamadım. Durumu anlattım ve o sandalın yeğenine ait olduğunu söyledi. Çaktırmadan yeğenini çağırdık ve bir kaç zorlamadan sonra bülbül gibi şakıdı.

Davos'un mal kaydını tutanlar onu zil zurna sarhoş edip defterini almış ve kayıtlarda bir değişiklik yapmış. Ardından da Tywin'in yeğenine yönlendirmişler. O da sandala koyup boğulmasını beklemiş. Şanslı adammış bizim ihtiyar Davos.

Davos değişikliği kimin yaptığını bildiğini söylüyor ve bizden yardım istiyor. Önümüzdeki günlerde bu işe girişeceğimiz kesin gibi.

Caladwen

  • Üye
  • İleti: 6978
  • Any perils may look out for themselves.
    • E-Posta
Ynt: Oyun Özetleri
« Yanıtla #9 : Ekim 26, 2018, 01:08:24 ÖÖ »
Uzaklarda Bir Tersane - 19 Ekim Cuma




Yollarda gezinen çığırtkanlar, şehre gelen yeni bir tersanecinin saldığı görevden bahsediyorlardı. Bu ilgimi çekti çünkü kişi başı 3 altın diyorlardı.


Adamın evini çığırtkandan öğrendim ve yola koyuldum. İçeri girdiğimde, birkaç tanıdık birkaç yabancı yüzle karşılaştım.
Görevde korsan Yngvar, yeni bir yüz Johann, eski lejyoner Brass ve bizlerden Salin vardı.

Adamın adı Grisna idi, soyadı da vardı ama hatırlayamıyorum. Bizim haritadaki eski tersaneye gidip orayı bi kolaçan etmemizi istedi biz de yola koyulduk.
Kayıkla, kıyı şeridinin etrafından dolanarak bu harabe yere vardık. Tersane çok kötü durumda gibi geldi gözüme.
İçeriye girdiğimizde ise durumun o kadar da vahim olmadığını gördük. Tersanenin sistemi, ne kadar da anlamasam da çalışabilir gibi gözüküyordu.

Ama tabandaki delikler hiç hoş değildi.

Bu arada, Grisna ve kahyası Ardorf da bizimle gelmişlerdi ama, Ardorf kayıkta kalmıştı.
İçeriyi kontrol ederken, bir odayı açtık ve içeride dev farelerle karşılaştık. Burada bir haşere sorununun olduğunu hepimiz biliyorduk. Farelerin birkaçının kellesini aldık, ama birkaç tanesi kaçtı. Nereye kaçtıklarına baktığımızda bir tünele girdiklerini gördük.

Tersaneden çıktık ve arkasındaki binaya ilerledik. Tünelin orada çıkışı olduğuna inanıyordum.
Burası bir yatakhaneydi, ortada bir soba sistemi bile kurulmuştu. Ama tabandaki delikler devam ediyorlardı.
Zaten biz çok daha ilerleyemeden, bu deliklerden fareler fırladı ve savaşmaya başladık. Bir ara üçüyle tek başıma bile savaştım. En sonunda hepsini, en azından kaçmayanları indirdik...

Arkama baktığımda ise, Salin'in cansız bedeninin kapının girişinde yattığını gördüm.
Bu çok acı vericiydi. Salin gibi onurlu birisinin iki üç haşereye kurban gitmesi...


Grisna bunu görünce, görevi bitirmeyi teklif etti ve memnun olduğunu söyledi. Salin'in ailesi olup olmadığını sordu, ben de bildiğim kadarıyla olmadığını fakat beslediği evsiz çocukların onun kendi çocukları gibi olduğunu, Salin için onlara yardım edebileceğini söyledim. Grisna sadece kafa salladı.

Bu şekilde kasabaya geri döndük... bir dostum yanımızdan eksilmiş olarak.

Náriel Tangölgesi
I am the ancient. I am the land. My beginnings are lost in the darkness of the past. 
                                        -Strahd von Zarovich

Zamir

  • Partykiller
  • İleti: 469
    • E-Posta
Ynt: Oyun Özetleri
« Yanıtla #10 : Ekim 27, 2018, 10:33:48 ÖS »
27 Temmuz Cumartesi - Adil Selles Heykeli
Bir kaç kez beraber göreve çıktığım çekiççilerden Ludo ihtiyar bir hacı bulmuş ve Kulaklar Bataklığı'nın kuzeyinde olduğunu duyduğu bir Adil Selles heykelini ziyaret etmek istiyormuş. Adil Selles hikayeleriyle birlikte şovalyeler diyarı Tirit'de büyüyen ben tabii ki böyle bi görevi kaçıramazdım. Üstelik bunca yol gelip Adil Selles'i de ziyaret etmemek olmaz değil mi?

Herneyse Ludo ve Karnaklı çekiççi Eoseltas ile kasabanın kuzey kapısında buluştuk. Yanımızda Brynhilde (ki öğrendiğim kadarıyla tekrar Kara Kanatlara alınmış) ve Dadric adında daha önce hayatını kurtarmış olduğum bir adam vardı. (Büyütülecek bir şey değil) Atlarımıza binip yola düştük, zira epey bir yol vardı.

Bataklığın içine girmeden kuzeyine kadar ilerledik ardından kuzey tarafından içeri girdik. Tabii ki atlarımız tapınağın yaveriyle yol kenarında kaldı. Biraz mola verip ilerlemeye devam ettik ama ilginç bir şekilde goblin izlerine rastladık. Buralarda goblinden çok troll olduğunu sanıyordum. Bataklıkta ilerlerken bir ara devasa bir yılan tarafından saldırıya uğradık ancak biz karşılık verince hayvan yaralanarak kaçtı. Ardından Brynhilde biraz yan tarafımızdan yürüyen dev fareler gördü. Nereye gittiklerine baktığımızda 10 kadarının ölmek üzere olan bir trollü yediğini gördük. Daha doğrusu Brynhilde ve Dadric gördü ancak farelerden iki tanesi onları fark etti ve saldırdılar. Onları korumak için ben, Ludo ve Eoseltas öne atıldık ve fareleri çabucak ağır yaraladık. Fareler uzaklaştı bir de troll cesedinin etrafından dolanıp yolumuza devam ettik.

İlerlerken Brynhilde bir tuzak buldu, etrafından dolandık ve bir goblinin bizi gözetlediğini fark ettik. Temkinli bir şekilde ilerlemeye devam ettik. Bir süre sonra goblinlerden kaçan bir keşişe rast geldik. Bu goblinler ise bildiğimiz goblinlerden değillerdi. Biraz daha iri ve çok daha vahşiydiler. Yine Ludo, ben ve Eoseltas öne atladık. Birini çabucak indirdik diğerleri ise kaçtı. Keşiş anlaşılan buralarda inzivaya çekilmiş bir kişiydi ve Eoseltas ile Ludoyu görünce bizi Eas'ın gönderdiği kurtarıcılar falan sandı. Ayrıca ölen goblinin üzerinde bazı habis işaretler de gördük. Eoseltas bunların bazı karanlık tanrılara ve kötücül varlıklara ait semboller olabileceğini söyledi. Şansımıza keşiş heykelin yerini biliyordu.

Heykelin yanına geldik, bir trollü kılıcıyla öldürürken bir yandan da askerlerine ilerlemelerini emreden, her ne kadar yıpranmış olsa da ihtişamlı bir heykelle karşılaştık. Ancak etrafında goblinler vardı ve bizi gördüler. İşte tam orda gerçekten Adil Selles'in şanına yaraşır bir mücadele verdik. On kadar (biraz abartılı olabilir) goblinle ve kurtlarıyla savaştık. Hafif yaralandım ancak gerçekten hatırlamaya değer bir mücadeleydi.

Goblinler yenildikten sonra heykele doğru yaklaştık. Hacı yere oturup duasına başladı. Benim hiç bir zaman tanrılarla aram o kadar iyi olmamıştır ama o an gerçekten bir mücizeye şahit oldum. Ludo çekicini yere dayayıp dua etmeye başlayınca bir an bulutlar aralandı ve tam Ludo'nun üzerine güneş parladı. Parlayan örme zırhı ve çekiciyle gerçekten etkileyici bir duruşu vardı. Her neyse etkisi bende kısa sürdü, şu an heralde tesadüftür diye düşünüyorum. Yine de Kayli'ye anlatıcam. Ludo'yu severim, adına böyle hoş bir hikaye olması güzel olur. Neyse görev böylece bitmiş oldu. Atlarımıza atlayıp Sonçıkışa geri döndük. Görev gayet başarılıydı.

Astorian Kışhisar

"Prodigious size alone does not dissuade the sharpened blade."

zventul

  • Üye
  • İleti: 20
    • E-Posta
Ynt: Oyun Özetleri
« Yanıtla #11 : Ekim 28, 2018, 01:11:53 ÖS »
24 Ekim Çarşamba - Muhtar'ın Hırsızları

Öncelikle görevimizin Muhtar ile bir ilişiği yoktu. Önce onu belirteyim. Kim için yaptık derseniz de yeri gelince malûmat vereceğim.

Ferafil Rebulan'ın tek ve güzide oğlunu kaçırmak üzre plan yapmak için Derya Neşesi'nde toplaştık. Nariel, Daffodil ve Astorian ile biraz sohbet etmeye çalıştık. Ancak handa pek verimli olmadı. Kör topal bir plan yaptık. Keşif için Rebulan'ın evinin oralarda temiz hava almaya çıktık. 2 muhafız tarafindan zengin mahallesi korunuyordu. Eve girip çocuğu kaçırmanın zor olduğu konusunda hemfikir olduk.

Şans eseri pazar yerinin oralarda Gerda'yı gördük ve Nariel, kendisini önceden tanıdığından bir şeyler öğrenebilme amacıyla peşine takıldı. Gerda, Rebulan'ın komşusu idi. Ama demir gibi bir kadın olduğundan pek bir şey öğrenemedik. Sadece makyaj için bir randevu koparabildi.

Bizler de akşam tertip edilecek partinin çıkışında, ev yolunda çocuğu kaçırmak konusunda uzlaşmıştık. Ertesi gün Nariel, Gerda'nın evine gitti ama partiye katılabilme dışında bir şey elde edemedi. Ben de Davos'a eşlik edecektim.

Parti sessiz ve eğlencesiz başladı. Zengin partileri böyle olsa gerek. İşini iyi bilen korumalar beni biraz kuşkulandırdı. Nariel ile ara sıra fısıldaşarak durum değerlendirmesi yapıyorduk. Sonra becerikli soytarımız bir fırsatını bulup çocukların ilgisini çekmeyi başardı. O sıra da bizimkiler beklenmedik bir şekilde partinin yapıldığı iskeleye sessiz sedasız yanaştı. Tesadüf odur ki; herkes tek bir ağızdan marş okumaya başladı ve Nariel, fırsat bu fırsat deyip Rebulan'ın oğlunu iskelenin ucuna doğru çekti. O ara yaşananları tam görememiş olsam da bizimkilerin çocuğu alıp kaçtığını gördüm ve Gerda'nın bağrışlarını duydum. Ortalık bir anda karıştı ve ben de kalabalığa karışıp gözden kayboldum. Neyse ki Astorian ve Daffodil de güvenimi boşa çıkarmadı ve çocuğu sağ salim gizli mekanımıza götürdüler. Ertesi gün de, kötü şöhreti herkesçe bilinen Fısıltı Mahallesi'ne çocuğu bıraktık ve ardımızda iz bırakmadan, görevi sağ salim tamamladık. Bu görevin başarısı Kadersizler'in uzun vadedeki planları ve müttefik edinimleri için kritik bir öneme sahipti. Kadersizler mensuplarının başarısı ve özverisi de, beni her gün bir öncekine nazaran daha gururlu ve mesut bir insan yapıyor. Bir kez daha bu insanları bünyemize katarak ne kadar doğru bir karar verdiğimi anlıyorum.

Thalmir Kızılyılan

Zamir

  • Partykiller
  • İleti: 469
    • E-Posta
Ynt: Oyun Özetleri
« Yanıtla #12 : Ekim 29, 2018, 08:21:29 ÖS »
29 Ekim Pazartesi - Korku Dolu Söylentiler

Yolum bir kez daha Kırık Yelken'e düştü. Bu kez etrafta dolaşan su şeytanı söylentisini araştırmak için. Bu görev sırasında başlarda biraz amacımızdan saptık. Eh, başımızda korsan, ehm, lisanslı korsan olursa böyle olması normal tabi. Demişken yanımızda Habis Bacı'nın reyisi Yngvar, Kadersizlerden Salva, eski lejyon üyesi Brass, geçenlerde gördüğüm ve Kara Kanatlara katılacağını söyleyen Dadric, son olarak da kasabaya yeni gelmiş ve Kanlıkaya'da takılan bir kadın gördüm. Kadından haraç aldık ama işe yarar birine benziyor. Bu görev de iyi iş çıkardı. Yanımıza almayı düşünebiliriz.

Önce adada madencilerin konakladığı küçük yerleşkeye gidip biraz bilgi toplayalım dedik. Genel olarak söylentiler aynı. Adanın kuzey tarafında bir şeyler var. Henüz kimseye zarar vermemişler ama oldukça ürkütücüler anlaşılan. İhtiyar bir sarhoşun dediğine göre ise tanrılar tarafından insanları cezalandırmak için mi ne gönderilmişler. Hatta sorumlusunun kasabaya yeni gelen elf olduğunu falan da söyledi. Thalmir beyim isterse böyle bir söylenti yayabiliriz.

Her neyse çok fazla bir şey öğrenemesek de tekrar yelkenliye atlayıp bu sefer adanın kuzeyine yanaştık. Oldukça şüpheli görünen mağaralar vardı ancak Yngvar su yolunu takip ederek adanın biraz daha içlerinde ip ucu aramayı uygun gördü. İlerlerlerken iki yengeç gördük ve ikisini de hızlıca hallettik. Bu yaratıklarla savaşmaya alışmaya başladım. Bizi onlarla savaşırken gören bir goblin ormana doğru kaçmaya başladı. Yngvar goblinleri bulursak görevimizle ilgili ip uçları yakalayabileceğimizi düşünerek ormana doğru gitmeye karar verdi.

Biraz ilerleyince tartışan(?) üç goblin gördük. Tavırlarından çıkardığım kadarıyla sahile gitmekten oldukça korkuyorlar. Ani bir saldırıyla o goblinleri de indirdik. Ardından inlerini de bulduk. Bizden sessiz ilerlemek isteyenler biraz yaklaştı ancak hemen fark edildiler ve goblinler tarafından kovalanmaya başladık. Neyse bir kaç goblin daha öldürdük falan derken tekrar başladığımız yöne döndük. Salva, Brass ve Dadric yaralanmışlardı. Geri dönmeyi teklif edenler oldu ama Yngvar ve ben elimiz boş dönmemek için mağaraları aramakta ısrar ettik.

İki fener yakıp mağaralarda ilerlemeye başladık.Çok geçmedi ki duvarlarda bazı kaba çizimler görmeye başladık. Bir takım insanların oldukça uzun boylu bir yaratığa ok attığı, yine bu tarz yaratıkların devasa be dokunaçları olan bir yaratığa tapınma benzeri hareketler yaptığı çizimler gördük. Bu sırada suyun içinde iribaş benzeri şeyler gördük. Bir tanesini alıp baktığımda muhtemelen bu yaratıkların yavrusu olan çirkin mi çirkin bir şey buldum. Suyun içinde bu yaratıklardan çokça vardı.

Biraz daha ilerledik. Ben ve Yngvar önden gidiyorduk. Yaralılar biraz daha arkadaydı. Bir süre sonra arkadan bize seslendiler. Anlaşılan mağarada hareket eden bir şey görmüşler. Biraz anlaşmazlıktan sonra tekrar bir araya geldik. Bu arada ilerde mağaranın biraz daha açıldığını ve gölet gibi bir su birikintisi olduğunu görebiliyorduk. Tam bu kadar araştırmanın yettiğine ve dönmenin iyi bir fikir olabileceğine karar vermişken gördük. İki buçuk metre boyunda, kocaman bir balık kafasına, iri gözlere ve sivri dişlere sahip, elinde iki uçlu tırtıklı mızrağıyla korkunç bir çığlık atan pullu bir yaratık. Çıkışa doğru koşmaya başladık. Mağaranın kapısına geldiğimizde ise sudan iki tane daha yaratığın çıktığını gördük. Diğer taraftaki kayığımıza doğru koşmaya başladık.

Biz kayığı suya indirirken Salva ve Dadric sudan gelen bir yaratığa ok attılar. Hayvan ağır yaralandı ve mağaraya doğru koştu. Diğeri ise suya geri döndü. Biz yelkenliyi suya indirmiştik ancak biraz daha beklemeyi uygun gördük. Tam uzaklaştığını sanmıştık ki bir anda yelkenlinin altından bir mızrak girdi. Bunu görünce su yolundan adanın güneyine doğru koşmaya başladık. Arkamıza baktığımızda yelkenlinin dakikalar içinde parçalandığını gördük.

Neyse, koşa koşa memurun yanına geldik ve adadakileri uyardık. Kırık Yelken'in kuzeyine gidilmemeli. Memurdan ödülümüzü aldık ve Son Çıkış'a geri döndük. Görev gayet başarılıydı, üstelik bu akşam anlatıcak güzel bir hikayem de var.

Astorian Kışhisar
"Prodigious size alone does not dissuade the sharpened blade."

Caladwen

  • Üye
  • İleti: 6978
  • Any perils may look out for themselves.
    • E-Posta
Ynt: Oyun Özetleri
« Yanıtla #13 : Kasım 12, 2018, 04:25:00 ÖS »
9 Kasım Cuma - Ördek Çiftliği'nde Cinayet


Duydum ki, eskiden çalışanlarından birisinin çocuklarını bulup getirdiğim Duran Düzyokuş'un çiftliğinde bir cinayet gerçekleşmiş. Valilik bunun için bir ekiplik insan arıyormuş. Bu yüzden hemen koyuldum yola.


Valiliğin önüne gittiğimde korsan vali Wizez, Kara Kanatlar'dan Brynhilde ve Borstig, Habis Bacı'dan Yngvar orada durmakta ve konuşmaktalardı. Gidip aralarına katıldım.
O sırada yanımıza Zymus denen tanımadığım birisi geldi, yeni gelmiş kasabaya ve kalabalığı görünce biraz para kazanırım diyerekten aramıza gelmeye karar vermiş.

Hep birlikte çiftliğe yola çıktık.
Orada cesedi inceledik ve adamın çiftliğe kadar nasıl koştuğu tam bir muammaydı. Aşırı kan kaybetmişti ve çiftliğin sınırlarına gelince bayılıp ölmüştü. Çalışanlardan gece saatlerinde uyanık olanları, "Beni öldürecekler!" diye bağırdığını duymuş ve Düzyokuş'a hemen haber vermişler.

Ölen kişi, Nazikbey'de oturanlardan birisiydi ve ben de birkaç kere görmüştüm, bizdendi yani. Hazine aramaya çıkıp dururmuş, sonunu bulmuş.

Neyse. Öldüğü yere gittik ve Brynhilde adamın kan ve ayak izlerini takip etmeye başladı, izler Şanssız Kalıntılar'a gidiyordu. Hep birlikte ilerledik. Yolun ortalarına doğru  adamı kovalayan varlıkların ayak izleriyle de karşılaştık. Oldukça insan ayak izine benziyorlardı.

Şanssız Kalıntılar'a doğru gittiğimizde hava iyice kararmıştı ve kamp kurduk yakınlarda. Brynhilde göz gezdirmeye kalıntılara gitti, çünkü goblin çığlıkları falan duyuyorduk. Geldiğinde anlattığı şey, göremediği çok sayıda varlığın goblinlerle savaştığı ve goblinlerin kaybettiği idi.

Sabaha karşı savaşın bittiğini umarak kontrol etmeye gittik.
İçeride büyük bir harp dönmüş gibiydi. Etrafta goblin cesetleri yatıyordu. Şansımıza, goblinlere bunu yapan yaratıkların cesetleriyle de karşılaştık.

Değişime uğramış insanlar gibilerdi, tırnakları pençe haline dönmüş, ciltleri kalınlaşıp renk değiştirmişlerdi. Korkunç görünüyorlardı.

Goblinler öldürdüyse biz de öldürürüz diye düşünerek etrafı araştırmaya başladık. Brynhilde buraya daha önce gelmiş meğer ve burada olan bi mezardan bahsediyordu, ayrıca da mezarın sahibi adamın heykelinden. Mezarın birkaç kapıdan geçince karşılarına çıktığını, kendilerinden sonra da bir grubun geldiğini ve kapıları kapatmadıklarını söyledi. Uyuyan bir laneti uyandırmış olabilirlerdi.

Harabe binaların birisinin içinde aşağıya inen bir merdiven bulduk. Yngvar ve Wizez aşağı inmeye çalıştıklarında havadaki tuhaf bir şeyden dolayı bilinçlerini kaybettiler ve onları geri çektik. Tam nasıl gireriz diye düşünüyorduk ki, içeriden bağırışlar ve ayak sesleri duymaya başladık.

Bu yaratıklardan 9-10 tanesi bize doğru koşuyorlardı. Ben arka safta kalmıştım, öndekiler ilk darbeyi yediler. Birkaçını indirdiler. Sonrasında ise yara aldı birkaçı ve arkadakilerle yer değiştirdiler. Bu yaratıklar pençeleriyle savaşıyordu ve anlık acı veren bir zehir salgılıyorlardı.

Oradaki yaratıkları dövdükten sonra, aşırı hasar almıştım. Dışarı çıktık ve dönmeyi düşündük. İleride ise bu yaratıklardan bir grup durmaktaydı, sayıca üstündüler.

Ben, ölmek istemediğimden, kaçtım. Diğerleri ise savaşmaya devam etti.
Kampa geri döndüm ve beklemeye başladım. 1 saat.. 2 saat... geçti, fakat kimse gelmiyordu. Ya öldüler ya da kasabaya geri döndüler diyerekten, eşyaları topladım ve kasabaya döndüm.


Sonrasında ne yaptılar bilmiyorum. Yaratıkları dövmek kolaydı, fakat hasar alınca canın çok yanıyordu ve devam edemiyordun. Şanssız Kalıntılar'da çok uğursuz şeyler dolaşıyor...



Náriel Tangölgesi

Sent from my SM-G930F using Tapatalk

I am the ancient. I am the land. My beginnings are lost in the darkness of the past. 
                                        -Strahd von Zarovich

kedicatus

  • İleti: 18
    • E-Posta
Ynt: Oyun Özetleri
« Yanıtla #14 : Kasım 15, 2018, 10:27:22 ÖÖ »
15 Kasım Perşembe - Dönüşüm.
"Kanlıkaya Muhtarı Solomon, çiftçilerin hasadını koruyacak yiğitler aramaktadır."
O sabah handa, henüz güneş doğmamışken, ben Nariel ve Astorian sabah kahvaltısı yapıyorduk. Ben, önceki gün birileri ilandan okurken duyduğum çiftçiler ve hasatlarıyla ilgili yardım duyurusundan bahsederken Nariel ve Astorian'da bu duyurudan haberdar olduklarını söylediler. Henüz güneşin doğmamış, insanların uyanmamış olmasını da fırsat bilip Kanlıkaya'ya gittik. Kahvaltının kalanına Solomon'un yanında devam ettik. İşin aslı, bu çiftçiler her sene zamanında hasatını yaparmış ve pazar yerine erkenden gelip ürünlerini serermiş. Ancak uzun süredir, bir takım serseri tipler gelip bunların mekanını, hasatını yerle bir eder, satış yapmasına izin vermezlermiş. Solomon bir isim vermedi ama bunun arkasında Ticaret şirketlerinin olduğunu düşünüyordu. Maksatlarının, çiftçileri zora düşürüp mallarını ucuza kapatmak olduğundan bahsetti. Kadersizler olarak ezilenin yanında olduğumuzdan bahsedip, çiftçilerin yanında biz de yola koyulduk. Pazar yerine çok erken saatte vardık. Bütün çiftçiler tezgahlarını yavaştan hazırladı. Sevimli şişman bir teyze de bir kenarda ateşini yakıp bize hamurdan bir dürüm yapmaya başladı. Dediğine göre kendi icat etmiş bu yemeği. İçine otlar ve peynir de koymuş. Buna bir isim bulamamış, biz de kabarık dedik. Nariel meyve sebzeleri ellerinde döndürüp çeşitli akrobasiler yapmaya başladı. Yeni gelen insanların dikkatini tezgahlara çekmek istiyordu. Astorian'a baktım, koca bir elmayı öyle iştahla ısırıp yedi ki, bir sürü insan dönüp ne yediğine baktı. Bende teyzeye yardım edeyim dedim, başladım KABARIK VAR GEL KARDEŞ KARNINI DOYUR  diye bağırmaya. Bir de etkili olsun diye dikeldim biraz. Bir anda bütün insanlar KAMBUR DİKELDİ diye fısıldaşmaya başladılar. Teyzenin kabarıklar şifalı oldu iyi mi? Baktım Nariel almış eline lavtayı, Astorian'la karşılıklı şarkı söylüyorlar. Tezgahları önü doldu da doldu.
3 tane değişik tip tezgahın birinin önüne gelip bir evrak kaldırdılar. Neymiş, valilik izniyle bu tezgah onlarınmış. Ama Nariel yer mi bunları, aldı eline belgeyi bi güzel boydan boya yırttı. Herkesin içinde GİDELİM Mİ VALİLİĞE BUNUNLA? diye bağırınca, adamlar nedense korktu, SİZİ ŞİKAYET EDECEĞİZ filan diye söylene söylene uzaklaştılar. Kimse moralini bozmadı.
Herkes neşeliydi, şarkılar şiirler derken; 2 metre boyunda insan azmanı bir herif gelmesin mi? Adı da Todd mu neymiş. Herif başladı elmaları ısırıp ısırıp atmaya tepemize. Neden sonra, Nariel ve Astorian herifi çekiştirip, kafasını karıştırıp uzaklaştırmak istediler. Kafamı çevirince ne göreyim, elmaların sahibi çiftçi herifin arkasından koca kürekle vurdu da, herifin sırtında kırıldı mı kürek? Herif o koca dev haline karşın, biraz saf mıydı ne artık, NE VURUYONUZ YA gibi bir şeyler söylene söylene gitti.
 Ben çiftçinin zararı için ona 1 altın ödedim. Derken Nariel bu defa teyzenin KABARIKlara saçından karıştırmaya çalışan birini gördü. Ben görmedim ama Nariel ve Astorian'ın aynı grupla konuştuğunu farkedince oraya yaklaştım. Adamın sırtına hançeri dayayınca bu işi ona Willhelm diye birinin yaptırdığını itiraf etti.
Öğlen sonrası pazarda her şey iyiye gidiyordu. Herkes neşeliydi, bi tuhaflık yoktu. Derken sabahleyin evrakla gelen adamlar 5 kişi olmuş geldiler. KABADAYIYIZ BİZ! BURDAN GİDECEKSİNİZ! BU TEZGAH BİZİM! diye bağırıp olay çıkarmaya, ürünleri dağıtmaya başladılar. Nariel ve Astorian biraz konuşup, biraz korkutarak herifleri dağıtmaya çalışırken, ilk gelen herifin baldırına sapladım kılıcın ucunu. Geri kalanlar bizimle yumruklaşmaya çalıştılar ama üstümüz başımız sağlamdı, pek dokunamadılar. Derken arkadan 3 tane lejyon askeri gelmesin mi? Çavuş, Nariel'in tanıdığıymış. Neymiş, bu çiftçiler madalyon mu ne bir şey çalmış, ihbar varmış, arayacaklarmış. Önce bu kabadayı tipleri dağıttılar, sonra bizimle konuşmaya başladılar. Öyledir böyledir derken başladılar çiftçileri aramaya. Bir ara, sıradaki biri bağır çağır kaçmaya başladı. Arkasından Nariel akrobatik bi hareket yapıp sırtüstü yere düştü. Ben de endişelenip Nariel'in yanına seyirttim.
Lejyon askerleri, kimsede bişi bulamayınca, kaçan adamı tutuklayıp gittiler. Geri kalan 1 asker, ısrarla mallara el koyması gerektiğini söyledi. Ona 2 çuval turp verip gönderdik.
Akşamında bütün çiftçiler mallarını sattığı için mutlu, biz de bayağı yorgunduk.