Merhaba Ziyaretçi

Gönderen Konu: For the Queen's Land  (Okunma sayısı 13445 defa)

Rekoglore

  • İleti: 6
    • E-Posta
Ynt: For the Queen's Land
« Yanıtla #30 : Ocak 11, 2014, 06:52:43 ÖS »
ok, yay, pencere, Go!
Nas beru uhn'adarr?

ergil

  • Üye
  • İleti: 4
    • E-Posta
Ynt: For the Queen's Land
« Yanıtla #31 : Şubat 07, 2014, 07:38:58 ÖS »
16.12, 23.12 ve 06.01 tarihli oyunların uzun zamandır beklenen logları ile devam edelim...


Pendragon’un Kulesi, Yeni Yoldaş ve Tek Işık toplantısı

Born of the Gods’ı isteyen Köz’ün bizi salıvermesinden ve Lady Blacktalon’un  Lord Gormor’un adamları taradından malikanesinden alıkonarak Tek Işık’a doğru yola koyulmasına şahit olduktan sonra; bu iki durum ile ilgili ne yapmamız gerektiğini Kraliçe Ariel ve Lord Pendragon’a danışmak amacıyla Pendragon’un kulesine ışınlandık.

Blacktalon, Tek Işık’a varır varmaz yargılanacaktı ve onu kurtarabilecek yegâne şey elimizdeki belgelerdi.  Bunları ortaya koyma işini de görünen o ki yine bizden başkası üstlenmeyecekti.

Kuleye vardığımızda, mahkemeden 1-2 gün önce sarayın dışında bir salonda, İmparatorluk toprakları üzerinde hak sahibi olan soyluların huzursuzluğu üzerine düzenlenecek olan bir toplantıdan haberdar edildik. Bu toplantıya Kraliçe Ariel’in mahiyeti ve koruması olarak katılmamız hem tanınırlığımızın artması hem de çevreyi kolaçan etme açısından faydalı olacaktı.

Bu sırada, tam Estus’un Bay S ile bir görev için kuleden ayrıldığını ve artık bizimle olamayacağını öğrenmişken, Kule’ye gelen yeni bir maceracı bizlere katılmak istedi. İsmi Hawk olan ve Horus isimli şahiniyle yolculuk eden genç ve deneyimsiz bu korucu ile çabucak kaynaşarak, bu noktadan itibaren yoldaş ve ortak olmaya karar verdik.

Pendragon’un Kulesinde Tek Işık’a gitmeden önce Lady Blacktalon’un vermiş olduğu 2 parşömen ile ilgili de bilgiler almaya çalıştık. Parşömenler Kaholi fanatiklerinin kullanmış olduğu gizli antik bir lisan ile kaleme alınmıştı. Parça parça edindiğimiz bilgiler bütünü tamamlamasa da öğrendiklerimiz bizim için kardı. Bulmacada adı geçen “kahramanın kapısı” iç denizin çevresinde olduğu söylenen ancak ilk İmparatorluk zamanında yokolmuş ve hali hazırda kayıp olan ilk Siwion tapınağı, “büyücünün belası” Yaratılış Savaşı’nda Kaholi tarafından Shea’yı öldüren kılıç, “büyücünün karesi” de bir büyücünün büyücü oğlundan olan büyücü oğul Shinn’di.

Ertesi gün erken saatlerde vakit kaybetmeden Kraliçe ile yola koyulduk. Muhbir dostumuz bizden önce yola çıkmıştı bile. Birkaç günlük sorunsuz yolculuktan sonra, toplantıdan bir gün önce Tek Işık’a vardık ve yerleştik. Bir sonraki sabah hep birlikte toplantıya katıldık. Toplantıya Kule’den muhbir dostumuz, Kızıl surların efendisi Lord Drossar, Lady Leara, Nicholas Tarwood, Lord Ashwarth’ın içlerinde bulunduğu 11 Lord ve 2 Lady tebaları ile katılmıştı.

Yargısız infazlar, adalet, hakların savunulması ve en önemlisi de İmparatorluk’un güvenliği ile ilgili çeşitli konular kah sakin, kah gergin bir ortamda tartışılırken salona giren Lord Shinn hepimizin daha da gerilmesine ve endişelenmesine sebep oldu. Köz’e karşı Kutsal Çocuk ile ilgili alınacak tedbir ve kararlar daha konuşulamadan herhangi bir tatsızlığın çıkmaması için toplantı dağıldı.

Kraliçe ile Hawk eve giderken, İmparatorluk’un gizli servisinden askerler diğerlerimizi tek katlı ufak derme çatma bir eve kadar nezaret etti. Bizi oraya çağıran ise Bishop idi. Lord Bishop bize eski dostu ve dava arkadaşı olduğunu söylediği Kraliçe’ye iletilmek üzere bir mektup verirken, eylemlerini pek de tasvip etmediğini anladığımız Lord Gormor’un Köz’den ordusundan çekindiğinden dolayı çocuğun gönderilmesini istediği bilgisini verdi. Bu tabii ki Gormor’un çocuğu İmparatorluk’a getiren ve koruma altına alan bize karşı hiddetini de bir parça açıklıyordu. 

Bu arada Argain, Köpekbalığı ile buluştu. Ondan aldığı bıçağın yol göstermesiyle şehirde biryerlerde gizli olduğu söylediği başka bir hazineye ulaşmak istediğini ve O’nun için bunu bulmamız gerektiğini anladık. Ayrıca Cinder ile ilgili ve diğer birçok sorumuza yanıt alabilmek için de kuzeyde, Krallıklarda yaşayan Kahin’e gidebileceğimizi öğrendik. Ondan bilgi alabilmemizin tek yolu da Shea’nın gözlerinden birini ona götürmekmiş.

Toplantıda ikinci gün biraz daha gergin geçti. Bu arada Lady Blacktalon’un mahkemesinin de, şehre getirilir getirilmez ertesi hemen sabah yapılacağını öğrenmiştik. Lady Blacktalon’un durumunun tartışılmasından sonra ve özellikle Köz’ün ordusu söz konusu olduğunda bir Lady, Muhbir’i bir süre kalesinde tutsak olduğu ve tarafından işkence gördüğü Köz ile ilgili bilgi sahibi olabileceği konusunda ortaya attığında O da karanlık gece savaşında Adalar Krallığı işgalinde de denenen şeylerin mümkün olabileceğini itiraf etti. Bu noktadan sonra çok da verimli geçmeyen toplantıdan ayrılarak bir sonraki gün yapılacak mahkeme için plan yapmaya çekildik.
Lady Blacktalon’u biz savunacak, belgeleri en doğru zamanda sunacak ve bir tersliğin olmaması için dua edecektik.

(full RP, diplomacy; no kill)



Shinn’in yakalanması, Lady Blacktalon’un mahkemesi ve Tom’un hazinesi

Mahkemeden önceki geceyi herhangi bir tehlikeye karşı Kraliçe’yi koruma amaçlı olarak yanında geçirdikten sonra sabah çıkmak üzere hazırlanırken kapının çalmasıyla irkildik. Kapının açılmasıyla karşımızda gördüğümüz manzara çok şaşırtıcıydı. Aylardır peşinde olduğumuz ve peşimizde olan büyücü Shinn karşımızda duruyordu. O an hızlı düşünebilen kazandı ve Shinn’i hareketsiz kılma büyüsüyle durdurarak etkisiz hale getirdik. Bilemiyoruz belki bize birşeyler anlatmak için buradaydı ama kendine o kadar güvenmişti ki herhangi bir koruması yoktu. Ama onunla harcayacak vaktimiz yoktu. Başta büyü kitabı olmak üzere üstündekileri aldıktan sonra ağzını ve ellerini bağlayıp bayılttık.

Hemen arkasından daha henüz evden çıkamadan Bishop, 2 adamıyla birlikte kapımızda belirdi ve bizi Shinn’e karşı uyarmak için geldiklerini bildirdi. Güya Shinn Kraliçe’nin hayatına kastedecekmiş. O an için renk vermemeye gayret ederek Shinn’i görmediğimizi ve dikkatli olacağımızı söyledik. O’nu önce biz sorgulamalıydık.

Adrien büyücünün başında nöbet bekleme teklifinde bulundu ve diğerlerimiz Hawk uzaktan takipte olmak üzere mahkemeye doğru yola koyulduk.

Mahkemeye girdiğimizde salonda dağılmak zorunda kaldık. Kraliçe soyluların arasında yerini alırken, Argain Köpekbalığı ve adamlarının yanına çağırılmıştı. Ben de Lady Blacktalon’u rahat görebileceğim bir yere sığıştım. Belgeleri sunmak için doğru zamanın ne olduğunu anlayabilmek için Onunla sürekli göz teması halinde bulunmaya gayret ediyordum.
Tanıdık, tanımadık Lordlar, Ladyler, Shark, Arşivci, Gormor, Bishop...Herkesin hazır bulunduğu ortam oldukça gergindi. Blacktalon’u itham edici beyanların verildiği anda tüm dikkatimi toplayıp söz alarak belgeleri sunmak istediğimi belirttim. Ortalığın bir an karıştığını gördükten sonra belgelerin doğruluğunun kontrolü için Arşivci mahkemeye kısa bir ara verdi. Bu arada görüştüğüm Blacktalon’un iyi olduğunu farkettim; bana Kaholi broşunu da kanıt olarak sunmamı önerdi.

Bu sırada kulübede olanlardan habersizdik. Adrien, üst katta duyduğu seslerden dolayı saklanıp beklerken içeri gizlice girmeye çalışan ve yüzyüze geldikleri askeri Shinn’in orada olmadığına inandırmaya çalışsa da başaramamıştı ve daha kalabalık, hatta bu sefer şaşırtıcı şekilde aynı anda mahkemede de bulunduğuna şahit olduğumuz Bishop ile birlikte gelmişler ve Shinn’i tutuklamak üzere Adrien ile birlikte götürmüşlerdi. Daha sonradan öğrendiğimiz kadarıyla arkamızdan gelip de mahkeme salonuna giremeyen Hawk da kulübeye geri dönmeye karar vermiş ve dönüş yolunda Adrien ile Shinn’in götürüldüğünü gördüğünde onları takip etmeye karar vermiş.
Mahkeme yeniden başladığında Kaholi broşu ve belgeleri inceleyen jüri Lady Blacktalon’un suçsuzluğuna, saygınlığının iadesine ve beraatine karar verdi. İşte ne olduysa ondan sonra oldu, ortalık karıştı, Lord Gormor delirdi ve yakınındaki bir başka Lord ile kavga etmeye başladı. Bağırış çağırışlar, itiş kakış arasında O’nu yere devirdiğini ve hışımla salondan çıktığını görebildik.
Çok vakit harcamadan Lady’yi de yanımıza alarak Kraliçe ile birlikte kulübeye döndük. Acilen olanları Adrien’e anlatıp, Shinn’i sorgulayıp planlarını öğrenmeliydik ancak kapının önünde nöbet tutan asker bize saraya götürüldüklerini söyledi.

Bu sırada Hawk, Adrien’in bulunduğu yere gelmiş ve içeri buyur edilmiş. Ancak içeride, az önce mahkemede gördüğüne inandığı Bishop ile karşılaşınca bunun bir oyun, bir tuzak olduğunu düşünüp Adrien’in tüm uyarılarına rağmen talihsizce silahlarına davranmak gafletinde bulunmuş. Bunun üzerine tabii ki etkisiz hale getirilerek ikisinin de gözaltına alınmalarına neden olmuş. Ve işin üzücü tarafı yoldaşı atmaca Horus da bu arbedede hayatını kaybetmiş.

Saraya vardığımızda olanlar ortaya çıktıktan sonra Kraliçe Ariel ile Bishop’un dostluk ve hukuklarına şükür arkadaşlarımız serbest bırakıldı.
Kraliçe Ariel şehirde Bishop ile Shinn ve başka mevzularda görüşecekleri olduğunu, kendisini merak etmemizi; güvende olacağını söyleyerek bize devam etmemizi söyledi.
Bishop’tan Gormor-Shark-Tom-Ultimar ilişkileri ile ilgili bir takım hikâyeler ve en önemlisi Tom’un ölmeden önce büyücünün belasını görmüş olduğuna ancak öldüğü yerin bilinmediğine dair söylentileri dinledikten sonra Lady Blacktalon’tan ihtiyacımız olanları almak üzere hep birlikte kalesine ışınlandık. Çok oyalanmadan Lady Blacktalon’un evinden, yardımcı olması için Kâhin’e götürmek üzere Shea’nın sağ gözünü ve bize faydası dokunacak biri iki eşyayı da alarak yeniden Tek Işık’a ışınlandık.
Kâhin’e gitmeden önce halletmemiz gereken bir mevzuu daha vardı. Shark’ın Argain’e, bazı soruların cevaplanmasında yardımcı olabileceği düşüncesiyle verdiği görev için O’na verdiği büyülü silahın gösterdiği yolla hızlıca başka bir tılsımı bulmamız gerekiyordu. İlk araştırma sonucu bizi şehrin lağımlarına yönlendirdi. Buraya inebileceğimiz bir yol ancak bir hanenin içinden olabileceğinden boş bir ev bulduktan sonra doğru zamanı kollayarak aşağı indik.
Kat kat aşağı inen ve Karanlıkaltı’nı andıran kanallarda önce Shark’ın bir grup adamıyla karşılaştık. Büyülü silah hala daha aşağısını gösteriyordu. Oralara pek gidenin olmadığı, gidenin de dönmediği söylentileri vardı. Tereddütsüzce aşağıya devam ettik; kilitli bir kapıda takıldık. Tekrar yukarı çıkıp çeteye anahtar sorduğumuzda buralarda gezen bir elften bahsederek anahtarın onda olabileceğini söylediler. Bir diğer istihbarat da Shark’ın tutuklanıp saraya kapatılmış olmasıydı.
Biraz araştırma sonrası meczup elf ile karşılaştık. Zavallı buralarda fazla kalmış olmaktan ve daha derinlerdeki dehşet verici hatıralarından olsa gerek, kafayı yemişti. Onu burdan kurtarma vaadiyle iletişim kurmaya çalışsak da bu mümkün olmadı, ancak anahtarın kendinde olduğunu farkederek istemeyerek de olsa ondan iradesi dışında almak zorunda kaldık.
Derinlere doğru ilerlerken bu sefer karşımıza çıkan kaplan formuna dönüşmüş bir lycanthropu halletmek çok da zor olmadı ama bizi daha ne gibi tehlikelerin beklediğini düşünmek de tüyleri ürpertmedi değil.
Aşağıdaki kilitli kapıdan geçtikten sonra daha da ürkütücü kanallarda bir sürelik yolculuk ertesi, uzakta 2 muhafızın koruduğu ve gidiş yolunda tuzakların olduğu bir kapıya vardık. Muhafızlarla anlaşmanın mümkün olmaması üzerine onları etkisiz hale getirdikten sonra kapıyı açtık ancak büyülü koruması Adrien ile Argain’in bir süre saf dışı kalmalarına neden oldu.
İçeride rastladığımız görüntü ise ayrı dehşet vericiydi. Ancak çok incelemeden öncelikle tepemizdeki zihin emiciyi halletmek gerekiyordu. Koruma duamızla bize çok zor erişen yaratık, Hawk’un başarılı atışları ve Siwion’un büyülü ruhani çekicinin vuruşlarıyla zor da olsa geldiği karanlıklara karıştı.
Biraz soluklandıktan sonra içeride yaptığımız araştırma sonucu 1 yıldan fazladır ölmüş olduğu anlaşılan bir adamın yanında büyülü bir kılıç ve bir mektup bulduk. Mektupta okuduklarımız da ayrı hayret vericiydi. Görünüşe göre Tom’u bulmuştuk. Ve onun son anlarını beraber yaşayıp anılarını içine aktardığı büyülü kılıcı Thorn of Eons’u. Ayrıca Bishop, Gormor, Shark ve Tom ile ilgili anlattıkları; özellikle bir zamanlar patronu olan Gormor’un kendini öldürmeye niyet etmesi (ve görünüşe göre bunu başarmış olması); onun öncesinde de Shark’ın üzerine göndermiş olması… Ama mektup iyice kafamızı karıştırdı. Tom, Tom’lar, kılıcın büyüsü, idaresi ve iradesi hakkında...

(kills: weretiger, 2 Gormor muhafızı, mind flayer)



Adalar Kraliçesi Muhafızlarının Tek Işık lağımlarında devam eden macerası

Yerin iki kat altındaki o zindanda zihin emicinin gazabından Siwion’a edilen dualar ve O’nun bahşettiği yetenekler sayesinde kurtulup Tom’un kılıcını ve mektubunu bulduktan sonra hemen bu sıkıntılı ortamdan kurtulmak için yukarı çıkışa geçtik. Yeraltındaki ilk katta Köpekbalığı’nın bir adamı bizi karşıladı ve Lord Gormor’un bizi arattığını söyleyerek yakındaki karargâhlarına götürdü. Birkaçı yaralı 9 çete üyesinin bulundğu mekânda tanıştığımız grubun geçici lideri Kılıçbalığı bize Tom’lar ile ilgili kısa bir bilgi verdikten sonra burada fazla kalmamamız gerektiği ve Bishop’un bizi aradığını iletti. Tam burayı terketme hazırlığı yaparken gelen Bishop kapıda belirdi ve Gormor’un -Lord Gormor’un- niyetinin iyi olmadığını ve bizi etkisiz hale getirmek için etrafta ekipler dolaştırdığını söyledi. Bir sonraki hedefimiz olan Kâhin’e gitmek için mekânın yerini kabataslak bilen Kılıçbalığı yer değiştirme cihazımızı ayarladı ve o iç bulandırıcı birkaç saniye sonrası kendimizi İmparatorluk’un Kuzeyi’nde olduğu söylenen yüksek ağaçlı bir ormanın tam ortasında buluverdik. Hawk bir ağaca tırmanıp yönümüzü tayin etti. Kuzeyimizde uzakta büyük dağlar bulunan sık ormanda kuzeydoğuya doğru ilerlerken; doğuda akan bir nehrin bulunduğu ve nehrin karşı kıyısında korucu bir elfin bizi kesmekte olduğunu farkettik. Varlığımızdan ne kadar rahatsız olduğu her halinden belli olsa da bizim buradan olanca çabuk uzaklaşmamız için -muhtemelen- bizi istediğimiz yere götürmeyi kabul etti. Kuzeye doğru 6-7 saat yolculuk yaptıktan sonra bir kulübeye geldik. Kapıyı açan beyaz saçlı, oldukça yaşlı (!), gözleri görmeyen (hatta gözleri olmayan) bir elf kadın bizi içeri davet etti. Doğal olarak buraya niye geldiğimizi ve hangi sorulara cevap aradığımızı biliyordu.

Asıl adı Sommi olan Cinder’ın milyonlarca undead ve lycantroph’tan oluşan ordusundan, gelecekteki bilinmedik düşmanlarımızın buraya bizden önce bilgi almaya gelmesine; Mahşer’in şer planlarından, Born of the Gods’u götürmemiz gereken Kahraman’ın Kapısı’na, Lady Blacktalon’dan aldığımız bilmecelerdeki detaylardan son maceramızda bulduğumuz Tom’un iradeli kılıcına kadar birçok detayı anlattı. Bu bilgilerle danışmamız gereken bir sonraki kişinin Lady Blacktalon olduğunu biliyorduk. Asıl amacımız da Tom’un kılıcı Thorn of Eons’un asıl marifetlerini öğrenmek ve tabii ki Shea’nın gözünü geri vermekti.

Lady’nin şatosuna ışınlandığımızda bizi bir sürpriz daha bekliyordu, Lady Carrigan. Onların toplantısını bitmesini beklerken gezdiğimiz salonda yer alan (ve yer almayan büyülü eserlerin artık çoğuna aşina olmaya başladığımızı farkettik. Carrigan’ın Kâhin Maralyn’e gitmemizi öğrenmesiyle yaşadığı patlama ve çektiği azarı dinledikten sonra Blacktalon ile paylaşma fırsatı bulduk. Carrigan Kâhin’in şerrin bir üyesi olup, söylediği herşeyin bizi o şerre yönlenmede bir aracı olacağını ve bunun artık kaçınılmaz olduğunu söyledi.

Blacktalon’dan Tom’lar, Thorn of Eons, bir sonraki durağımız olduğu anlaşılan Lord Blackheart ile ilgili ufak tefek bilgiler ve yine yer değiştirme özelliği veren bir kurdela aldıktan sonra Blackheart’ın kalesinin bulunduğu Batı’daki Doluyayla yakınlarına ışınlandık.
Gece handa konaklamaya karar vermeden önce şehrin girişindeki muhafızlardan öğrendiklerimiz ise hiç iç açıcı değildi. Görünüşe göre Blackheart ve tebasından bir süredir haber alınamıyor, kaleden kimse buralara inmiyor, oraya en son giden siyah cübbeli ölümbüyücüsü ve bir önceki ziyaretçi olan yeşil aslan’ın nelere yol açtığı bilinmiyordu.

Kale kapısından içeri girdiğimizden karşılaştığımız manzara gerçekten dehşet vericiydi. Parçalanmış hayvanlar, öldürülmüş sakinler, kilitli kulede odası dağıtılmış ve kafası büyük bir balta ile yaklaşık 3 hafta önce kesilmiş bir büyücü...Kaleye girişte vaziyet daha da korkunçtu; hem hastalıklı hem katledilmiş kale mensupları; Lord’un nişanlısı olduğunu yüzüğünden anladığımız zavallı bir soylu genç kadının ölüsü...

Kaleyi araştırdığımızda açamadığımız bir kasa, daha fazla hastalıklı ve parçalanmış bedenlerdi.
Taht salonuna geldiğimizde ortadaki yıkıntı dikakt çekerken, bunu üst katın parçalanmış zemini olduğunu anlamak da zor değildi. Tahtın yanında bulduğumuz ise belli ki kendinden bir süredir haber alınamayan Lord Blackheart...

Tam araştırmaya devam ederken ortadaki yığıntının şer ile ışımaya başladığını farketmemizle içinden artık hemen hemen “Siyah”a dönmüş bir Yeşil Aslan’ın fırlaması bir oldu. Dualarımızın ve silahlarımızın zar zor işlediği bu undead lycantrope’a döndürülmüş savaşçı nın katlinde yardımımıza gelen ise tabii ki yine artık ezeli düşmanımız ve fakat kurtarıcımız olan Shandorra oldu.
Ondan edindiğimiz bilgiye göre Mahşer’in 4 atlısından Slither buraya gelmişti ve bir başka bilgi de istilaya karşı sınıra Yeşil Aslan yığmayı düşündükleriydi.

Şimdi yapmamız gereken öncelikle birilerini bu duruma karşı uyarmak ve bir sonraki hedefimizi belirleyerek maceraya devam etmek. Muhtemelen istikametimiz Güney’de kayıp kılıcın en son görüldüğü Thevaril olacak...

(kill: Black nemean)



Lady Blacktalon’a mektup:
Lady’im, çok uzatmadan;
Lord Blackheart’ın kalesinde rastladıklarımızı hayal edemezsiniz. Bunun bir yansımasını size, bize bahşettiğiniz büyülü kurdela ile yolluyoruz.
Burada Slither’ın dönüştürdüğü ve koca bir kaleyi Lordu ve tebasıyla yok eden bir Yeşil Aslan ile mücadele ettik ve kanıt olarak onun uğursuz zırhını ve kararmaya yüz tutmuş kalkanını gönderiyoruz.
Yeşil Aslanlar üzerine dönen bu kem oyun ile ilgili bir an önce İmparatorluk’un uyarılması hem sizin saygınlığınızı güvence altına alacak, hem de bir an evvel önlemler alınması yolunda harekete geçilmesini sağlayacaktır.
Saygılarımızla,
Ariel Frostwhisper’ın koruyucu macera ekibi.


Rekoglore

  • İleti: 6
    • E-Posta
Ynt: For the Queen's Land
« Yanıtla #32 : Şubat 16, 2014, 12:42:26 ÖS »
Argain Thorn of Eons 'un hafızalarına ulaşmayı kabul ettiğinde, onu bir daha eskisi gibi görebilecek miydik diye korkuyorduk. Kılıcın tılsımını aktifleştirdi, ve hatıraları kendi zihnine kabul etti. Bu işlem bittiğinde ilk söylediği ise Shark'a bakıp, "merhaba tom" demek oldu. Gördüklerini bize bir bir anlatan Argain, kılıcın hatıralarından, cesedini mindflayer'ın olduğu odada bulduğumuz adamın başına neler geldiğinden, shark'ın elindeki yüzükten, Gormor'un oyunundan bahsetti. Shark'ın parmağındaki yüzüğü tekrar kullanması için ikna etmemizin ardından, herşeyi tekrar hatırlayan Shark, yani Tom, kendisini  Gormor'dan kurtarmak için hafızasını kendisi sildiğini hatırladı.
Vaktimiz daralıyordu, Gormor; Bishop 'ı ele geçirmiş, halkın gözü önünde idam etmeye karar vermişti. Tom, bizimle beraber Bishop'ı kurtarmaya gelmeye razı oldu. İnfaz alanı halktan insanlarla ve askerlerle kaynıyordu. Bishop'a zamanında ulaşabilmek ve üzerimize gelen askerleri yavaşlatabilmek için kalabalığı kaosa sürüklemek zorunda kaldık. Civardaki binaların üzerinde bekleyen Gormor'un adamları okları ile bizi rahatça öldürebilecek gibi duruyorlardı. Bishop'a ulaşıp, onu darağacından kurtardıktan sonra, üzerimize Gormor ve ondört adamı yaklaşmaktaydı. Bu kadar fazla rakibi aynı yenmek zor olacağından sayılarını azaltmamız gerekiyordu. Birkaç tanesini kendi peşime takıp oradan uzaklaştırdım ve Adrien da halkı galeyana getirerek askerlerin önünü kesmeye çalışıyordu. Bütün bu çabalarımız yine de sonuçsuz kalabilirdi, ancak o anda Kyle'ın aklına gelen bir yöntem bu gereksiz kan dökülmesinin önüne geçebilecek yegane şey idi. Kyle, Olanca hızıyla Arşiv binasına yetişip, Arşivci'yi çok geç olmadan bu deliliğe bir son verilmesinin gerekliliği hakkında ikna edince, meydandaki herkes derinden ve gürleyen bir enerji dalgasının ardından, bir anda olduğu yerde kaldı. Arşivcinin böylesi bir gücü olduğunu o ana kadar bilmiyordum, ama kendisinin belirli bir alan etrafındaki her asker, her kadın erkek ve çocuk, büyü etkisi altına alınmış gibi olduğu yerde kalakaldı.
Tom, Bishop, Gormor, Arşivci ve biz saraya girdik; yanımızdada içlerinden birisinin büyücü olduğunu bildiğimiz ancak hangisi olduğunu kestiremediğimiz, Gormor'a ait o ondört asker ile birlikte. Bu mesele çözülene kadar bize bir odada beklememiz gerektiği söylendi. Aradan geçen saatler bizi huzursuz etmeye başlamıştı ki, içeri giren saray erkanından bir görevli bütün eşyalarımızı teslim etmemiz ve hapishane hücrelerine gitmemiz aksi takdirde kan döküleceği  konusunda bizimle tartışmaya başladı. Bu saçmalık o anda kimsenin yararına olmadığından gönülsüzce kabul ettik.
Kendimizi hücrelerde üzerimizde mahkum kıyafeti haricinde hiçbir şey olmadan bulduk.
Lord Ultimar 'ın cüce krallığında olduğunu öğrendik ve onunla çok acil konuşmamız gerektiği için Arşivci'den yardım istememiz gerekti.  Argain ayrı bir hücrede tutuluyordu. Kyle, Adrian ve ben ise aynı hücredeydik. Arşivci bize üzerimizdeki hapishane kıyafetlerine ek olarak birşey veremeyeceğini sadece bizi kuzeydeki cüce krallığına gönderebileceğini söyleyince fazla konuşacak vaktimiz yoktu.
Kendimizi yer altında bulduk, uzun bir koridoru takip edince iki tane cüce muhafızın koruduğu bir kapıya geldik, muhafızlar nedense Kyle ve Adrian 'ı içeri almak istemediler, sadece benim geçmeme izin vardı, vaktimiz daraldığından acele etmek zorundaydık, fazla üstelemedik, cüce şehrinin içinde yolumu bulmam biraz zamanımı aldı. Hala ne işe yaradığını bilmediğim, ilk önce almak istemediğim ama satıcının zorla elime tutuşturduğu şans rünlerine burada denk geldim. Şehrin ortasında üzerinde
kabartmaların olduğu devasa bir sütun vardı, ben bu işin uzmanı değilim ama sanırım tavanı ayakta tutan, bu sütun idi. Yolumu ararken zorlandığımı itiraf etmeliyim, çünkü aynı dili konuşabildiğim birilerini bulmam epey sürdü. Bu arada bazı kapıların serbest geçişli olduğu bazılarınınsa muhafızlarca korunduğu dikkatimi çekti.
Biraz şans biraz da kararlılıkla sonunda iletişim kurabileceğim birilerini buldum ve derdimizi anlatabileceğim, yardım alabileceğim bir elçilik binasına geldim.
Buradaki görevlinin yardımıyla, şehre girememiş olan Kyle ve Adrian ile tekrar bir araya geldik ve Lord Ultimar ile görüşme talep ettik. Kendisine zamanımızın çok kısıtlı olduğunu, bazı konuların pamuk ipliğine bağlı olduğunu aktardık. Bu akşam yola çıkacak bir cüce konvoyuna eşlik etmemiz karşılığında, ertesi gün mahkememizde yardımımıza yetişeceğinin sözünü aldık Lord Ultimar 'dan. Bizden istediği görevde faydalı olabilmemiz için ihtiyacımız olan eşyaları temin edebilmek adına kendisinin yardımları ile cücelere eşlik etmeye hazır hale geldikten sonra; artık kimsenin barınmadığı bir şehir kalıntısında bulduk kendimizi, buradaki evlerin kapıları parçalanmış, heryer yıkık dökük ve arasıra bize oyun oynayan gölgeler haricinde hareket eden birşeyin olmadığı bir sokaktı burası.
Önünden geçerken gayri ihtiyari kontrol amacıyla içeriye göz attığımız harabelerden ise ölmemiz dışında bir amacı olmayan yaşan ölülerden başka birşey bulamadık.
Ev üstüne ev, kapı kapı bu musibetlerle kaynıyordu burası, iki kere aynı hatayı yaptıktan sonra bu harabe kentin iç mekanları ile daha fazla zaman kaybetmemeye karar verdik ve hızla ilerlemeye başladık. Fakat bu davranışımız, kocaman bir yaşayan ölünün uyanmasına ve hareket halindeki cüce konvoyuna saldırmasına engel olamadı.
Cüceler ve bu kemikten yapılma canavar arasında savaşta, söz verdiğimiz gibi cücelerin yardımına koştuk tabiki. Çatışma cüceler için kötü bir hal almışken, kararlılığımız yine meyvesini verdi ve galip gelen taraf yine biz olduk.
Bu başarımız üzerine Lord Ultimar da ertesi gün ona ihtiyaç duyduğumuzda orada olacağına dair sözünü yineledi ve bizi bekleyen hapishane hücremize, geldiğimiz gibi büyülü yollardan geri döndük.
Sabah olup da akıbetimizi beklerken Arşiv 'cinin yardımları sayesinde hücremizden çıktık ve buraya ilk getirildiğimizde üzerimizden alınan eşyalarımızın alıkonulduğu silahlıkta bulduk kendimizi. Etrafı ararken bir odanın kapı eşiğinde biraz kan dikkatimi çekti, odayı iyice aramaya karar verdik, masanın üzerinde duran ve büyüye karşı gözleri hassas olanların görebildiği kadarıyla biraz büyüden nasibini almış bir ufak tahta kutu dışında, yerdeki kan izleri haricinde oda tamamen sıradandı. Kutunun içinde ise birkaç saat önce hala sahibinin göz çukurunda olduğu anlaşılan fakat işte şu an karşımızda duran bir göz vardı. Kutuyu inceleyince üzerinde benim anlamadığım bir dilde ama sonradan kutunun aslında önemli bir nesneyi barındıran bir kutu olduğunu öğrendik. İçindeki göz ise sırada bir insan gözüydü. Ve kan izleri kapıya kadar ulaşıp orada bir anda yok oluyordu. Kanaması olan her kim ise odadan yürüyerek uzaklaşmadığı ortada.
 Lord Gormor, Çocuk İmparator ve askerleri kendilerini taht odasına kilitlemişken, kapının önünde yirmi otuz kadar asker de nöbet bekliyordu. Koridorun bir ucunda bu kalabalık varken, diğer ucunda da Lord Ultimar 'a sadık askerlerden oluşan kalabalık bir grup nöbet bekliyordu. Havada asılı gibi duran gerginliği anlatmak gerekir, imparatorluğun kalbi olan bu yerde, böylesine kutuplaşmalar gerçekten düşmandan başka kimin işine yarardı ki?
İmparatorun baş danışmanı olan Lord Gormor, onu bizim düşman olduğumuza inandırmış, gerçekleri ne kadar bağırsak da inandıramayacak olduğumuz gerçeği; taht odasına sızmamız ve kan dökülmesi hiç de yakışık almayacak bu yerde yaşadığımız bir çatışmanın ardından, imparatoru alıkoyup Lord Ultimar 'a götürmemiz esnasında, kendisinin hareketlerinden anlaşılır durumdaydı zaten. Taht odasında yaşadığımız bu amansız çekişme malesef bize son zamanlarda çok yardımı olmuş, imparatorluğun en bilge adamlarından birinin yaşamına mal oldu.
İmparatorun zorla, kendi rızası dışında, alıkonulması, Arşivci'nin hayatını kaybetmesi, sanırım artık
Lord Ultimar 'ın gözünde güvenilirliğimizin yok olduğu andı. Oradan hemen uzaklaşmak ya da kesin olarak öldürülmek seçenekleri ile karşı karşıya bırakıldığımızda bize düşünecek pek vakit kalmadı.
Adalar krallığındaki kuleye geri döndük, ve uzun zamandır tekrar ilk kez kendi odalarımızda uyuyacaktık.
Büyücünün belası dedikleri kılıcın ne olduğunu, ne işe yaradığını önceleri bilmiyordum. Onun hakkında ne biliyorsam yol arkadaşlarımdan öğrendim. Ama ona bu kadar yaklaştığımızı ise garip bir tesadüf eseri, kılıcın önce kendisini görmüş olmamız ama bunu fark etmemiş olmamız ve sonrasında da aynı kılıcı kuledeki bir tabloda görünce o olduğunu anlamamız hepimiz için bir olacaktı. Lady 'nin bize verdiği ve kullanan kişiyi büyülü yollardan, önceden belirlenmiş bir yere nakleden bir kurdele ile seyahat etmeye çalışırken, büyünün müdehale ile saptırılıp bizi yüksek duvarları olan ve içinde hiç de dost canlısı olmayan bir grubun bulunduğu bir avluya götürmesi; ve orada işte bahsettiğim bu kılıç ile Kyle 'a saldırılması. O ana kadar Büyücünün Belası 'na aslında çok da uzak olmadığımızı anlayamamıştım.
Ülkeyi onbir gün sonra işgal edecek kadar yaklaşmış olan devasa kalabalıktaki yaşayan ölü ve Lycan ordusuna bir darbe indirmek için aklımıza gelen planı uygulamaya koyduk; bu kadar çok sayıdaki yaşayan ölüyü mutlaka kontrol eden çok güçlü bir Lich olmalıydı ve onun ölümsüzlüğünü ortadan kaldırmak için yapılması gereken şey için yola çıkmalıydık. Flakteri.
Biz kılıcın peşine düşerken, üzerimizde olmasını istemediğimiz gözlerin meşgul olmasını sağlamak için Info Guy flakterinin peşine düştü. Kılıcın olduğunu düşündüğümüz dehlizlere doğru yine büyülü yollarla ulaştık.
Daha buraya adımımızı atar atmaz havadaki çürümüşlük kokusu ve lycanların iğrenç kokusu yüzüme tokat gibi çarptı, arkadaşlarımı uyardım. Dikkatli ilerlemeliydik. Bu karanlık, uğursuz yerde yolumuzu ararken, koridorlarda mumyalarla ve weretigerlarla bir iki ufak çatışma yaşadıktan sonra, iki farklı koridorun sonundaki, iki farklı kapının açıldığı bir tek salon olduğunu gördük. İki yol da aynı yere çıkıyordu, başka şansımız yoktu ve içeri girdik. Karşımızdaki manzara benim için sorun olabilirdi sanırım, küçük bir iskelet ordusu bizi bekliyordu.
Kyle 'ın tanrısına olan sarsılmaz inancıyla edindiği güçlere şükürler olsun, sadağımdaki okdan fazla sayıda ortalıkta dolaşan bu lanetli iskelet güruhunu alt etmemizin ardından tam rahatlayacaktık ki içinde bulunduğumuz devasa mağaranın ilerisinden duyduğumuz o kasvetli hırıltı içimde oluşan bir parça umudu da az daha yok ediyordu.. Ama her ne kadar korkutucu olursa olsun bu lanetli ve bir zamanlar olduğu halinin artık sadece bir yanılsaması olan ejderha kemik yığını karşısında bir Siwion inananı olduğunu bilmiyordu tabi. Yanımda böylesi güçlü dostlarım varken bu ejdarha artığının duyduğu son sözler yayımın çınlamaları ve oklarımın ıslık sesleri oldu. Bu kasvetli ve tanrıların unutmuş olduğu köhne labirentte yolumuza devam ederken, pek çok uğursuz eşyaya rastladık, burada birileri istedikleri bilgileri almak için pekçok kişinin canını yakmış anlaşılan. Ama bizi bekleyen esas tehlike üzerimize kızgın lav dökmeye başlayan tuzak mekanizmaları oldu. Buradan nasıl kurtulucaz, nasıl yapıcaz derken, varlığını fark edemediğimiz birisinin bizi odaya kilitlemesiyle tam bütün umutlar sönmeye yüz tutmuş derken, o anda en beklemediğimiz kişi kurtarıcımız oldu. Shinn.. kılıcı aramanın yarardan çok zarar getireceği konusunda bizi ikna etmeye çalıştı.
Bizi güvenli olduğunu, ya da en azından işe yarayacağını düşündüğünü söylediği bir yere götürmeye çalışırken anladık ki aslında onun da bilmediği bazı güçler iş başındaymış. Çünkü onun istemediği hatta aklından geçirmediği bir yerde bulduk kendimizi, lanetli bir ormanda, yere çizilmiş ve büyülü olduğunu tahmin ettiğim bir çemberin içinde..
Bu yabancı ve kasvetli ormanda ilerlerken yalnız olmadığımızı kısa sürede fark ettik. Etrafa göz atarken nefret ettiğim Lycan 'ların bile izini gördüm. Lakin kısa bir süre sonra; ilk önce kendileri ile iletişim kuramadığımız ama sonra düşman olmadıklarını, hatta bize yardımcı olacaklarını, Kyle 'ın yetenekleri ile anladığımız bir grup ile karşılaştık. Kızıltüy kabilesinin savaşçılarıydı bunlar. Çevre hakkında bilgi almak için onlarla konuştuğumuz kısa bir süre içerisinde, aldığı yaralardan ve yaşadığı kötü olaylardan dolayı hiç de sakin bir hal içerisinde olmayan bir orman sakininin bize saldırması ve onu öldürmek zorunda kalışımız yüreğimi sızlatıyor.
Edindiğimiz yeni yol arkadaşları ile bir tepeye kadar geldik ve burada sahile vurmuş bir gemi, ve kıyıda kamp kurmuş insanlar gördük, yaklaşınca bunların; yeni arkadaşlarımızın pek de haz etmediği mavitüyler kabilesinden birkaç savaşçı, birkaç imparatorluk askeri ve benim daha önce görmediğim fakat Kyle'ın varlıklarından sanırım ilahi olarak etkilendiği iki kişi olduğunu gördük.
Kendileri ile karşılaşıp, konuştuktan sonra; takip ettikleri, ve aslında birazının da kaybolmuş olduğu bir envanter ile karşı karşıyaydık.
Nas beru uhn'adarr?

burock

  • İleti: 2124
  • War, war never changes...
    • Hobi Blogum - Garganthar
    • E-Posta
Ynt: For the Queen's Land
« Yanıtla #33 : Şubat 27, 2014, 11:06:22 ÖÖ »
kayıp envanter, içinde bizim de ilgimizi çeken şeyler içeriyordu. Shinn'in de belirttiği gibi, Goldfish'teki kudretli necromancer Zihran'ın üzerinde gördüğümüz asa ve cübbenin bu kayıp eşya arasında olduğuna ikna olmuştuk. Bu sihirli eşyanın buralara gelmesi, daha da önemlisi kayıp olması, İmparatorluk'a karşı tehdidin daha da yükselmesi anlamına geliyordu. Hızlı karar verip yola koyulduk. Hedefimiz, Lanetli Topraklar ile Krallıklar'ın sınırında, eskiden kamp yeri olarak kullanılan bir yer idi.

Mevzubahis yere ulaştığımızda, buranın ufak çaplı bir istihkam olduğunu gördük. Her ne kadar duvarlar aşılmaz olmaktan uzak olsa da, yapının içinde bir lycan sürüsü ve onlara komuta eden bir adam vardı ve kayıp kişileri esir almışlardı. Biz vardığımızda esirlerden birinin cesedini duvarlardan sallandırmışlardı çoktan. Kendimizi gösterip kaledekilerin esirleri bırakıp teslim olmasını talep ettik. Aldığımız yanıt ise bir esiri daha sallandırıp öldürmekle tehdit etmeleri oldu. Kamp kurup ne yapacağımızı düşünürken, mavi tüylülerden biri bize kalenin gizli geçidinin olduğu yere eşlik edebileceğini söyledi. Gemi kazasından kurtulan yoldaşlarımızı geride bırakıp rehberimiz eşliğinde gizli çıkışı bulduk. Birtakım büyülü korumalardan geçtikten sonra tüneli takip edip, bir trap door bulduk. Karanlığa açılan bu kapıdan yukarı tırmandığımızda, kale duvarlarında gördüğümüz, buranın komutanı olan adamın bizi beklediğini gördük. Rehberimiz ise trap dooru arkamızdan kapatıp kaçtı, yaşasın ihanet... Heybetli bir gargoyle heykelinin etrafında patlak veren dövüşte düşmanımız önce namevt hizmetkarlarını yardıma çağırdı ama Kyle'nin ilahi kudreti bu canavarları geldikleri gibi gönderdi. Dövüş sonunda zor da olsa kumandanı indirmeyi başardık; fakat hem biz de tükendiğimiz için hem de kalenin iç kısmından büyük çaplı savaş sesleri geldiği için, geldiğimiz tünelden çıkarak kamp alanımıza döndük.

Kalede korkunç bir savaş vardı. Buraya resmen bir baskın yapılmıştı ve baskını verenler arasında bazı tanıdık yüzler de vardı. Bu sırada Hawk, az evvel hakladığımız kumandanı kanlı canlı, at sırtında kaçarken gördü. Efsane bir atışla kara süvarinin canını -bir kez daha?- aldı. Derhal başına üşüşüp bu kez son nefesini verdiğinden emin olduk. Şaşkınlık içinde bu adamın, Kraliçe Ariel'in kardeşi Drakhor Frostwhisper olduğunu öğrendik: Karanlığın bir hizmetkarı...

Şaşkınlığımız burda son bulmadı. Ekipçe döndüğümüz Pendragon'un kulesinde, savaş sırasında karanlığın 4 teğmeninin de orda olduğunu, hatta bunlardan biri olan Fiddler'in yakalanıp buraya, kuleye getirildiğini öğrendik. Aslında tüm bu gemi kazası, bizim oraya gidişimiz, Drakhor'un bizden haberdar edilmesi, necromancer robe ve asası hakkında çıkarılan dedikodular ve Drakhor'un bizi tuzağa düşürdüğünü zannetmesi, hepsi aslında Info Guy'un planıymış. Bana sorarsanız, her şey Kahin'in planına göre gidiyor ve olabilecek en kötü son gerçekleşecek ama neyse. Info Guy işleyen plan için övgüleri kabul ederken bize düşen, kulenin mahzeninde tutulan Fiddler'den bilgi almaktı.

Mahzende zorla tutulan bir kişiye ne yapılması gerekiyorsa Argain onu yaptı. Kesti, biçti, küfür etti, ama çok soru sormadı :) Derisinin altında sanki taştan sert, ikinci bir vücut var gibiydi. Sadece işkence amacıyla bize verilen efsunlu bıçağın bile penetre edemeyeceği kadar sert... Çabalarımız beyhude çıkınca Lord Pendragon'dan Fiddler'in zihnine nüfuz edecek bir şeyler yapmasını istedik. Bu sefer daha yardımsever olan Fiddler bize bilmek istediğimiz pek çok şeyi söyledi. Söyledikleri arasında en önemlilerden biri, İmparatorluk'a yapılacak saldırıda lojistik açıdan önemli olan İmparatorluk'un kuzey kısmındaki bazı köylere saldırı düzenleneceği idi. Info Guy, bu köylerden ilk saldırı alacak olanını bildiğini söyledi fakat Fiddler, bu saldırıya önderlik edecek olanın bir Legatus olduğunu söylemişti. Bu yüzden Info Guy bizimle geldi ve bizden Legatus'a bulaşmamızı, onunla kendisinin ilgileneceğini söyledi.

Info Guy rehberliğinde teleport olarak ormanlık bir alanda belirdiğimizde ilk gördüğümüz yükselen dumanlardı. Info Guy bizden ayrılıp önden ilerledi ve Legatus'a bulaşmamızın çok önemli olduğunu hatırlattı. Kyle, Hawk ve ben ormanlık alandan ilerleyip dumanların yükseldiği yere yaklaştığımızda bir grup milisin bolca lycan ile savaştığını gördük. Yetmezmiş gibi, oldukça çevik bir şekilde ok kullanan ve bir fire elementale vurkaç yapan bir kişi vardı. En uygun anda savaşa katılıp milislere destek olduk, Hawk da konsantre olup en muazzam anda elemental slaying okunu kullanarak devasa yaratığı yok etti. Sonradan açığa çıktı ki aslında o elemental, köyde yaşayan ateş tanrısının rahibinin celbettiği bir canavarmış, kovaladığı ise Legatus.

Lycanları hallettikten sonra, köye baskın düzenleyen Legatus'a yardımcı olan 3 kişilik bir maceracı grubuna rast geldik. Bu sırada Info Guy da Legatus ile kavgaya tutuşmuştu. Her şey plana uygun gidiyordu, ta ki Hawk Legatus'u oklayana kadar... Çileden çıkan Legatus Hawk'ı oklayınca nefesi kesilen Hawk yere düştü, biz de ona yardım edebilmek için çok meşguldük. Bir şekil dövüşü gene kazanmayı başardık ve Kyle Hawk'ı iyileştirdi; fakat Legatus kaçmaya başlamıştı, Info Guy da onun peşindeydi. "Beni takip edin!" diyordu. Elimizden geldiğince hızlıca takip ettik onları ama bulabildiğimiz tek şey bir portaldı. Adımımızı içeriye attık ve Info Guy'un hemen önümüzde olduğunu gördük. Birçok elfin ortasında bir çemberdeydik. Elflerden biri "Buraya gelmekle çok büyük cesaret gösterdin Allahülle" dedi. Elf isimleri garipmiş...
War, war never changes...

ergil

  • Üye
  • İleti: 4
    • E-Posta
Ynt: For the Queen's Land
« Yanıtla #34 : Mayıs 01, 2014, 04:58:10 ÖS »
Yanlış görmüşüz, sadece Info Guy çemberdeymiş, biz hemen çemberin dışında ama keskin elf gözlerinden uzak… Çevreye baktığımızda, tek yönlü olduğunu anladığımız portaldan eser yok ama yakında daha önce ziyaret ettiğimiz kâhininkine benzeyen bir kulübe vardı. Burayı araştırmaya vaktimiz yoktu, adamımızın peşine düşmeliydik. Kısa bir takipten sonları izleri kaybettik. Elfler ve Info Guy ortada değildi ama orman, nehir, ağaçlar; bizim daha önce geldiğimiz kuzey diyarlarında olduğumuza işaretti. Acaba o kulübe gerçekten kâhine mi aitti?

Nehrin karşısına geçmemizin bizim için tehlike yaratacağını daha önce bizi kâhine götüren elf izcinin anlattıklarını düşünerek hatırladık. Ancak o zaman yanımızda olmayan Hawk, deli cesaretiyle suya doğru hamle yaptığında keskin nişancılar tarafından ağır yaralanmaktan geri kalmadı. Her zamanki gibi… O sıkıntılı durumda, Argain’in de yanımızda olmamasından dolayı Lady Blacktalon’un emaneti büyülü kurdeleyi çözerek O’nun kalesine gitmeyi tercih ettik. Yaralarımızı sarıp, Lady’ye kısa bir bilgi verdikten sonra bizi Pendragon’un kalesine ışınlamasını rica ettik.

Dinlenip, Argain’i de aramıza alarak ertesi sabah, Krallıklar Meclisi’ne 5 gün kala Siwion’s Footsteps’e yollandık. Son durumları Kraliçe Ariel’e anlattıktan sonra bizi bulan Devi, ilgimizi çekebilecek bir şeye sahip olduğunu söyledi. Edindiği kriptexli bir harita imparatorluğun güney doğusunda bir yerlerde bir göl, yanında büyük ağaç, “duvarın üzerindeki gül”, gizli bir kapı, “siyah pençe”, “altın kapı” gibi şifreler barındırıyordu. Bunun Born of the Gods’u götürmemiz gereken yer ile ilgili olduğu aşikârdı. Onun eline geçme zamanı ise manidardı. Kraliçeye bilgi verip hazırlıklarımızı tamamladıktan sonra Kule’ye dönüp çocuğu yanımıza alarak harita üzerinden tahminlerle imparatorluğun güneydoğusuna ışınlandık.

Uzun bir yürüyüşten sonra büyük bir ağaç geçip güneydoğuya doğru devam ettiğimiz yol sonrası bir orman, içinde bir nymph bulunan bir göl geçip bir liman kasabası olan Welder’e ulaştık. Saatlerce sokaklarda, duvarlarda bir gül işareti aradık, soruşturduk araştırdık. Tapınaktaki rahip, pazardaki satıcılar, askerler… En son valiye gitmeye karar verdik ama muhafızlarından müsait olmadığını öğrenince bir hana gidip hem sormaya hem dinlenmeye karar verdik. Tam oturmuştuk hancı ve garson kadından bilgi alacaktık ki dışarıdan gelen kargaşa sesleri ile irkildik. Az önce konuştuğumuz asker garip ve ustaca bir şekilde öldürülmüştü. Etrafı kolaçan ederek hemen oradan uzaklaştık, çünkü biraz önce burada bulunan ve şüphe çekebilecek yabancılardık bizler. Hana döndüğümüzde manzara farklı değildi. Bizimle konuşan garson kadın zehirlenmiş, ölmek üzereydi. Hancının yeğenini şifacıyı oraya çağırması için gönderdikten sonra anladık ki birileri bizlerle konuşanları ortadan kaldırmayı kafasına koymuştu. Aklımıza tapınaktaki rahip geldi ve oraya yönlendiğimizde ileride köşede cansız duran çocuğun bedenini gördük. Hemen içeri daldık ve rahibi boğazlamakta olan bir elfle karşılaştık. Etrafını sarmamıza rağmen pencereden atlayarak elimizden kaçtı, kovalamak da fayda etmedi; çok farklı güçlere sahip biriydi bu. Maalesef rahip de ölmüştü. Adamı bir köşeye yatırıp, tapınağın kapısını kilitleyerek hana döndük. Hawk da kasabanın hemen dışındaki şifacıyı almaya gitti, kadının çok vakti kalmamış olabilirdi. Yaşlı şifacı geldi ve ne mutlu ki kadını kurtarabildik. Onlara ne aradığımızı anlattığımızda cevabın bu yaşlı adamda saklı olduğunu gördük. Kilise, daha önceden yer alan bir yapının üstüne yapılmış ve altında bir şeyler olabilirmiş.

Kilisenin alt katında yer alan bir duvarda, karşımızda duruyordu: bir gül resmi. Kısa bir araştırmayla gizli bir kapı bularak arkasındaki merdivenlerden aşağılara indik. Bir dehliz, büyücek bir su birikintisi ve duvarlar. Çıkmaza geldik derken suyun altındaki geçidi fark ettik; zor da olsa geçip sudan çıktığımızda ulaştığımız karanlık tünelde ilerlerken kenarda Argain’in dikkatini çeken altın yığını hiç de hayra alamet değildi. Aylardır aradığımız felakete ulaşmıştık. İleride homurdanan ve yerinden olanca cüssesiyle kalkarak kanatlanan bir siyah ejderha ve ardında muhafızlığını yaptığı, üstünde 2 altın ejder kafası bulunan altından bir kapı…

ergil

  • Üye
  • İleti: 4
    • E-Posta
Ynt: For the Queen's Land
« Yanıtla #35 : Mayıs 02, 2014, 01:08:20 ÖÖ »
Çoğu büyünün ve duanın işlemediği, her saldırısında bizi ölüme biraz daha yakınlaştıran güçlü bir düşman, bütün bu süre zarfında korumaya çalıştığımız ve önü altın yığınlarıyla kapanmış kapıdan geçirip güvenli olduğunu düşündüğümüz bir yere emanet edebileceğimize inandığımız küçük bir çocuk, korku, heyecan…

Uzun bir dövüşün ardından Siwion’un varlığını hissettiren kudretin yardımı ve isabetli vuruşlarla kayıp yaşamadan alaşağı edilebilen kudretli bir ejderha… Hele o asit saçan pis nefesi… Neredeyse Adrien ve Hawk’u öldürüyordu.

Epey bir uğraştan sonra önü kapanmış kapının önündeki hazineyi boşaltıp altın kapıyı açabildik. Çekinerek geçtiğimiz kapıdan içeri girdiğimizde gördüğümüz manzara ise nefes kesiciydi. Her yer beyaz mermer; merdivenleriyle, geniş salonlarıyla, kuleleriyle muazzam, uhrevi bir mekân…  Tüm yara beremizin iyileştiğini hissettiğimiz ve huzurla dolduğumuz bu yerde bizi karşılayansa büyük savaşçı, Goldfish’te yitirdiğimizi sandığımız Altın Leydi Sola oldu. Burası ya cennetti ya da ona bir basamak kalan bir yer; Tanrıların evi. Her zaman Tanrıların oyunlarından bahseden Adrien bile büyülenmiş gibiydi. Oğlunu sağ salim getirdiğimizi gören Altın Leydi’nin müteşekkirliği vakurluğunu bastıramıyordu ama mutluluğu her halinden belliydi. Çocuğun saçlarını okşayıp vedalaşırken annesine ulaşmadan yaptığı son hareket ise ne kadar kudretli ve kutsal bir varlık olduğunun göstergesiydi: ellerinin içine doğru üfleyip altın bir ejderha figürini yarattı.

Oğlunu karşılayıp, emin ellere teslim ettikten sonra Sola bize merak ettiğimiz bazı konularda az da olsa bilgi vermekten de geri kalmadı. Şeytani ordunun üyeleri ve amaçlarını anlatınca bize zamanında Shea’nın kafasından alınan bir tacın undead ve lycanları kontrol edebilir olduğunu, bunun nerede olduğuna dair bir bilgiyi de İmparatorluğun bittiği noktada, karanın sınırında bir bataklığın ucunda yaşayan yüksek sınıftan bir melek olan Warden’ın verebileceğinden bahsetti. Umarım Sola’yı tekrar görebiliriz.

Tekrar altın kapıdan dönüp kapının arkamızdan mühürlendiğini duyduktan sonra tünelden ve sudan geçip yukarı çıkmadan ölü Ejderhanın hazinesini inceleme fırsatı da bulduk. Paralar, altın ve gümüşten yapılma mücevherat ve giyecekler, ama en önemlileri kabzasında yakut bir taş bulunan ve Kaholi rahipleri tarafından kullanılan electum tören hançeri, som altından Siwion heykelciği, İmparator’un öldürdüğü eski krallıkların 7’sinden biri olan Zalelion’un kralının mücevher kaplı altın tacı, Kahraman’ın Ölümü’nü tasvir eden eski bir tablo. Alabildiğimizi alıp dışarı çıktık. 

Dışarıda Tom, Bishop ve Info Guy’ın da bulunduğu grup tarafından katil elfin –ki sonradan bir Legathus olduğunu öğrendik-  ve şehir dışında kap kurmuş lycan ordusunun ortadan kaldırılmış olduğunu öğrendik. Hemen yola koyulmamız gerekiyordu; gideceğimiz yeri tam olarak bilmediğimizden ışınlanma şansımız yoktu, ancak dostlarımızın kampında buraya gelirken kullandıkları çok makul bir ulaşım aracı vardı. Aşağıda ele geçirdiğimiz ganimetlerin bizim için Kule’ye taşınmasını garanti ettikten sonra harekete geçtik.

Buradan 320 mil uzakta yer alan bataklıkların yakınına griffonlar ile uzun bir uçuş yaptıktan sonra, birkaç saat içinde aradığımız bataklığa ulaştık. Önümüzde yer alan nehir ve yıkık köprü çevresinde wererat ölüleri mevcuttu. Muhtemelen çok başlı bir hydra tarafından katledilmiş yaratıklardan çevrede daha başka olma ihtimali ya da o hydra ile karşılaşma olasılığına karşı hızlı hareket ederek bir tepenin üstünde gördüğümüz ve aradığımız kişiye ait olduğunu umduğumuz penceresiz bir eve doğru yönlendik.

Evde yaşayan Warden’in bir Solar olduğunu anladığımızda yaşadığımız şaşkınlık, onun hasta gibi, sanki aklını yitirmiş gibi olmasını fark ettiğimizde bir kat daha arttı. Ondan öğrenebildiğimiz yegâne şey uzun zaman önce Lenia Kralı Blacktalon’da, Kralları bir arada tutan kişi olması beklenen Komutanların Efendisi ünvanına bağlı olarak bulunması öngörülen –ve aradığımız taç olabilecek- bir tacın; şu an, birkaç gün sonra Krallıklar Meclisi’ni yönetecek, şu anki savaş şefi Lady Leara’da olduğuydu. Bir sonraki adımımız belli gibiydi…

ergil

  • Üye
  • İleti: 4
    • E-Posta
Ynt: For the Queen's Land
« Yanıtla #36 : Mayıs 05, 2014, 04:30:33 ÖS »
Ertesi sabah… Krallıklar Meclisi’ne 4, Cinder’ın felaketine 5 gün kala…

Acaba Cinder, artık Born of the Gods’un ulaşılamaz olduğunu biliyor muydu, bundan haberdar olarak planlarını ne yönde değiştirecek, nereye, kime zarar vermeye çalışacaktı?

Warden’ın yanından ayrılıp Pendragon’un Kulesi’nin hemen önüne ışınlandıktan sonra içeri girdiğimizde bizi her zamanki gibi kahya karşıladı. Etrafta kimseler yoktu; Info Guy, Rhen, Claire, Ki (Wo), Hayawatta… Bir tek Edgar’ın kuzeye, ormanlara doğru gitmiş olduğunu öğrenebildik. Sevindirici bir gelişme ise Ejderhanın hazinesi Kule’ye ulaştırılmıştı. Çok inceleyememiş olduğumuz tabloyu gözden geçirdiğimizde, resimde, ortada yüksek bir tepe üzerinde duran altın zırhlı bir Paladin’in yere kılıcını saplamış olarak durduğu görülüyordu. Bevar adlı biri tarafından resmedilmiş Heroes’ Doom tablosunda Paladin’in iki yanı iki farklı durumu betimliyordu: bir tarafta karanlık, koyu renkler, çirkin kuşlar; diğer tarafta aydınlık, güneş ve güzel figürler…  Yapacak çok bir şey yoktu, birilerinin dönmesini bekleyip, bilgi alıp, bilgi vererek hamle yapmamız gerekiyordu… Yattık, kalktık…

Sabah kahvaltıya indiğimizde karşılaştığımız manzara bizi dehşete düşürdü. Kule’ye dönmüş olan Infoguy Mahşer Kalesi yakınlarında 5 Legathus takibinde oklanmış ve ağır yaralanmıştı. Dediğine göre Ash’i öldürmüştü. Bana baktığında bir gariplik sezdi. Kontrol ettiğinde Cinder’ın benim kontrolümü ele geçirmiş olduğunu söyledi. Herhangi bir tehlikeye karşın bize Cinder ve Slither’a karşı bir mücadelede işe yarayabilecek bir bıçak verdi, bir mana blade. Söylediğine göre bunlardan toplamda 13 tane dövülmüş ve Kaholi’nin büyücülerine karşı kullanmak için yapılmış bir silah. Bu silahla yara aldıklarında hayatları boyunca büyü yapma yetilerini kaybedebilecekleri söylentisi varmış. Bu durumla ilgili bilgi alabileceğimizi ve Lady Carrigan’ın da hala yanında olmasını umarak Lady Blacktalon’un kalesine ışınlandığımızda karşılaştığımız manzara daha da dehşet vericiydi. Bina yanıyor, etrafta cesetler yatmış bizi bekliyordu. Kâhya ve Lady’nin macera ekibi katledilmiş; Blacktalon yerde, yaralı yatıyordu. Kısa bir keşiften sonra mevcut tüm artifactlerden sadece Shea’nın gözünün alınmış olduğunu görüp vakit harcamadan Suar köyüne yol aldık. Durumu yetkililere haber verip gerekli bazı ihtiyaçlarımızı karşıladıktan sonra, Shinn’in adasına, Lady Carrigan’ın kalesine ışınlandık. Günün karı Hawk’un edindiği yeminli yay (Oath Bow) oldu.
 
Blacktalon’u Carrigan’a emanet edip, tacın akibeti ve Cinder ‘ın hâkimiyeti hakkında bilgi aldık. Taç, Alek Soldaria’nın hükmettiği tarafsız bölgede Soldaria malikânesinde yapılacak toplantı yerine götürülmüş ve muhtemelen kullanılıyormuş. Cinder’ın ise çevresine bir kafes örülmüş; her şeyi sayemde görüyor, bedeni bedenimin içinde ama ruhu değil, yakında kontrolü ele geçirecek bir fırsat kolluyormuş.

Bunları duyar duymaz ve Lady Blacktalon’un sağlığına kavuşmasını görür görmez Kraliçe Ariel’e rapor vermek için Siwion’s Footsteps’e ışınlandık. Meclis’e gidiş ile ilgili görüşmeli, hazırlıklarımızı bir an evvel tamamlayıp yola koyulmalıydık.

Kraliçe’nin huzuruna çıktığımızda bizi bir sürpriz daha bekliyordu. Daha önceki borçlanmasına binaen toplantıya Septer of the Kingdoms’ı taşıyarak Devi katılacak, bize de O‘na eşlik etmek düşecekti. Yola koyulmadan bir de Siwion’s Rest’e uğrayıp bilgi almayı düşündük. Cinder’ı rahiplerin yardımıyla içimden çıkarmak pek mümkün gözükmüyordu. Leara’nın ise, en üst seviye Siwion rahibi IV. Aldor’dan sonra krallıklarda sözü geçen ikinci kişi olduğu gerçeğiyle yüzleştik.

Bir sonraki durağımız, bazı şüpheleri gidermek ve kayıp göz ile ilgili görüşmek için Kâhin’di, ama orada olmadığını gördük; ancak muhtemelen buradan sürüklenerek götürülmüş gibiydi.

Olaylar ile ilgili şüphelerimiz arttıkça merakımız ve endişemiz de artıyordu. Bu nedenle biraz daha bilgi alabilmek umuduyla, Siwion’un yardımıyla Lady Blacktalon’un mefta kâhyasının cesedinden bilgi alabilme umuduyla gömülü olduğu Suar’a ışınlandık. Öğrendik ki gördüğü, anlamadığı bir dilde konuşup, alevler saçarak etrafına zarar veren; onu ve diğerlerini kılıçla öldüreni tek kişiyi (erkek) tanımıyordu. Belirleyici şeyler, üzerinde çeşitli zamanlarda kaybolan asa, ipek pelerin, cübbe ve altın göz olduğuydu.

Gece Suar’da konakladıktan sonra bir sonraki gün Meclis’in yapılacağı Soldaria’ya yolculuk için hazırlandık…

Bay V

  • Ziyaretçi
Ynt: For the Queen's Land
« Yanıtla #37 : Ekim 01, 2014, 12:29:52 ÖÖ »
İyisiyle kötüsüyle bu campaignin sonuna geldik arkadaşlar. Benim ilk bu kadar uzun soluklu GM'liğim oldu. Bütün acemiliklerimi oyuncu arkadaşların affedeceğini umuyorum. Birlikte başlayıp bitirdiğimiz güzel bir hikaye çıktı ortaya. Umarım ki ileride bi akşam içerken geyiği yapılacak yeterince anı olmuştur. Dinleyen herkesin kulaklarına, bilmeceleri çözen beyinlerine, zarı sallayan bileklerine, her pazartesi Kule'ye getiren ayaklarına sağlık.

------ FOR THE QUEEN'S LAND ------

Yazan & Yöneten - Yakup Çakmak

Defenders of the Crown:
Kyle Lena - Yener Rüştü Mercanköşk
Hiawatha ve Estus - Semih Alp Uğurlubaş
Adrien the Wary - Burak İstemi Sonbudak
Hawk - Göker Emrah Erol
Argain - Atacan Emre

NPC'ler ve onların var olmasına katkıda bulunanlar:
Kraliçe Ariel Frostwhisper ve Claire the Bard - Ekin Alıçlı
Voo/Ki - Semih Uğurlubaş
Tom/Shark - Emre Araşlıklar
Bishop - Asım Mert Seyfioğlu
Lisää Blacktalon ve Diane the Lightbathed - Pınar Sevgi Halkaoğlu
Rhen Pendragon - Arda Önen
Bay S - Alper Baran Sözmen
Kakita Kanbei - Semih Uğurlubaş

Gerçek Kötüler:
Shinn - Görkem Ataözü
Drak'hor Frostwhisper - Erkin Ülvan
Cinder - Yiğit Gök
Fiddler - Taha Talip Türkistanlı
Crawler - Doruk Deniz İlmenöz
Ash - Doğan Büyükışık

Oyunları yazmamda katkıda bulunan, fikirlerinden, benimle paylaştıklarından ilham aldığım herkese başta Hüseyin Ruhi Küçük olmak üzere sonsuz teşekkürler. Bugüne kadar bana oyun oynatmış ya da benimle oyun oynamış herkesin bana verdiği fikirler doğrultusunda ortaya çıkan bu uzun soluklu projede herkesin yeri bir diğerininki kadar büyük.

Oyunlara uzaktan yakından, içinden dışından katkıda bulunan herkese, özellikle bütün Kule Sakinleri Rol Yapma ve Strateji oyunları topluluğuna teşekkürler.

burock

  • İleti: 2124
  • War, war never changes...
    • Hobi Blogum - Garganthar
    • E-Posta
Ynt: For the Queen's Land
« Yanıtla #38 : Ekim 01, 2014, 06:25:55 ÖÖ »
BBYakubu...

tesekkurler herkese. shinn 3 hp ;)
War, war never changes...

Borealis

  • İleti: 44
Ynt: For the Queen's Land
« Yanıtla #39 : Ekim 01, 2014, 10:57:13 ÖÖ »
Shinn ölmez, Adalar Dükalığı bölünmez!

sargon

  • İleti: 695
    • E-Posta
Ynt: For the Queen's Land
« Yanıtla #40 : Ekim 01, 2014, 07:30:58 ÖS »
Crawler kim lan ben hatırlamıyom. Maymunlu korsan mı?

Azactoth

  • Kerberos Kompany
  • *
  • İleti: 2645
    • E-Posta
Ynt: For the Queen's Land
« Yanıtla #41 : Ekim 02, 2014, 06:39:40 ÖS »
Güzel bir kumpanyaydı... Hiç kullanamadığım bir feat ve sadece son oyunda kullanabildiğim ancak yaptığı trip ile oyunun kaderini etkileyen Brother Haygawa'ya (Dire wolf olur kendileri) teşekkürleri borç bilir... Keyifli oyunlar için herkese teşekkür ederim...
 

Bay V

  • Ziyaretçi
Ynt: For the Queen's Land
« Yanıtla #42 : Ekim 26, 2015, 01:27:04 ÖÖ »
Act VI: Battle for Phoenix başlıyor!

burock

  • İleti: 2124
  • War, war never changes...
    • Hobi Blogum - Garganthar
    • E-Posta
Ynt: For the Queen's Land
« Yanıtla #43 : Ekim 26, 2015, 10:29:26 ÖÖ »
go
R.A .
tanrıların oyunları
War, war never changes...

blackwinter

  • İleti: 1627
Ynt: For the Queen's Land
« Yanıtla #44 : Kasım 01, 2015, 03:29:13 ÖS »
öncelikle oyunlarına beni aldıkları için dm ve oyunculara teşekkür ederim...

------------------------------------------------------------------------------

Tam da yemeğimi yerken geldi Lord Bishop. Karnım da çok açtı ama yapacak bişi yoktu. Cloak& Dagger üyesi olmanın ödemesi
iyiydi ama bazen böyle yemek bile yiyemezdin. Krallığımıza dışardan gelmiş olan bir grup maceracının yardıma ihtiyacı
olduğunu söyledi ve kapıya döndü. Hızlıca kaldıkları konağa doğru yola çıktık. Silahlarımı bile zor toparlamıştım. kısa
kılıçlarımı yanıma nasıl astım ve küçük arbaletlerimin oklarını ne zaman aldım bilemedim. adam "hadi hadi" diyip durdu...
neyse uzatmayayım.

Konakta beni karşılayan maceracılar son derece sıcak bir şekilde buyur ettiler. İlk bakışta işini bilen adamlara
benziyorlardı. Bütün dünyamızı  tehdit eden bir anka kuşunun tekrar doğacağından ve bunun eski bir yoldaşlarının bedenine
gireceğinden bahsediyorları. Adı neydi, acaip bir isimdi hiç böylesini duymamıştım.Hiawatha. Bir yerlerin yerlisiymiş.
Hiawatha nın Sessiz Orman nın druidleri ve onların lideri Ormanın Efendisi tarafından bu duruma hazırlandığı ve korunduğu
söylendi. Amacımız Hiawatha yı ordan çıkartıp (nasıl oacağını tam bilemiyordum. Konusucaz mı savaşıcaz mı?) bu dünya ya
zarar vermeden anka dan kurtulmaktı.

Ertesi sabah yerleri daha önceden büyücüler tarafından belirlenen druid koruluğuna büyü yolu ile transfer olduk. insan buna
asla alışamıyor anladığım kadarıyla.. sanki bir duvarın içinde yada cehennem çukurunda çıkacakmışsın gibi geliyor. Başarılı
transfer olduktan sonra iki kelime laf etmeye fırsat kalmadı ki bizi bir kurt adam karşıladı. sorunsuz olarak onu
hallettikten sonra yola çıktık. Druid lerin koruma büyüleri arkasında kalan alana geçmek için sorcerer ımız bir büyü yaptı
ve ve güvenli geçişimiz sağladı. ancak onu arkada bırakmak fikri hepimizi rahatsız etsede göreve odaklanıp devam ettik. daha
5 dakika yürümüştük ki bizi, kocaman bir dire bear besleyen bir druid karşıladı. Silahlarımızı bırakırsak bizi efendi ile
görüştüreceğini söyledi. Hawk ve Adrien silahlarını bıraktılar ben silahlarımı druid görmeden Kyle ın çantasına attım ve
kyle da druid i bir şekilde ikna ederek silahlarını üstünde tutmayı başardı. koruluğun merkenize doğru ilerlerken her türlü
orman yaratığını ve bitkisini gördük hatta bayağıda etkilendik. nympler çok güzeldi mesela yada yediğimiz elmalar.Hatta bir
süreliğine satyrlerle bile muhabbet ettik, yiyeceklerimiz paylaşıp, şarap içtik. Aslında güzel yerdi.

Sonunda görüşmenin yapılacağı açıklığa geldiğimizde bizi gerçekten hayatımda görüdüğüm en büyük yeşil ejderha karşıladı.
Sadece kafası 2 yelkenli bir tekneden büyüktü sanırım. Hemen yanında da Hiawatha belirdi. İkisinide konunun önemini bir çok
kişinin by anka yüzünden öleceğini bunu engellememiz gerektiğini anlattık. Ancak ejderha ve Hiawatha bunun yapılması
gerektiğini ve ölecek insanların bunu çoktan hak ettiğini söylediler. Bizlerin çekincesi kötü ve suçlu insanların ölmesi
yanında masumların ve çocuklarında ölmesiydi. Sonunda anlaşmaya varılamadı ve tam da son derece gergin bir şekilde ordan
ayrılmaya hazılanırken  birden Sola Highborn ve iki savaşçısı yoktan belirdiler. Anladığm kadarıyla Kyle ın bu işte bir
parmağı vardı daha konuşma fırsatımız olmadı. Sola derhal ejderha ile savaşa girerken bizler ekip halinde, ormanın
derinliklerine dalan Hiawatha nın peşine düştük. Ancak lanet ormanlarda yürümek ne kadar zor! biz yetişene kadar bir kaç tane nymph ile kaçtı. Ormanın içinden açıklığa çıkıp artık öldük dragon bizi çiğ çiğ yiyecek diye beklerken birden rüya gördüğümü sandım. Lady Carrigan uçan bir diskin üstünde ve arkasında Sola Hihgborn un  komutasındaki flag Ship havada uçarak!geldiler. Gemi suda büyük gözküyordu ama uçarken o koca ejderhayı bile cüce kılmıştı. Bu sahneyi gören dragon bile çekindi sanıyorum ki biz gemiye tekrar büyü yolu ile transfer edildikten sonra peşimizden gelmedi.

Maceracıların ve krallığın ileri gelenlerinin konuşmalarından anladığım kadarıyla Hiawatha ile ilgili durum dahda zora girmiş durumda. Artık ejderha ve druidleri bizleri düşman kabul etmekteler ve ne pahasına olursa olsun onu koruyup
saklayacaklardır.

Lady Carrigan bu derdi savmak için cehennem lordları ile bile anlaşmaya varmaya razı gözükmekte...

ama ....

Esas korkunç olan Adrien' nin eskiden yoldaşım dediği Hiawatha yı öldürürelim teklifi oldu... 
         
Sigismund replied.'"Are we going to scrap about it now. Argue which Legion is the toughest?
The answer always is, the Wolves of Fenris" Torgadon put in "because there clinically insane."
-1st captain of the imperial fists and Captain of the 2nd Company of the luna wolves.
"Horus Rising"