Merhaba Ziyaretçi

Gönderen Konu: Kakita Kanbei'nin Günlüklerinden  (Okunma sayısı 3210 defa)

Azactoth

  • Kerberos Kompany
  • *
  • İleti: 2645
    • E-Posta
Kakita Kanbei'nin Günlüklerinden
« : Haziran 10, 2011, 04:09:35 ÖS »
Yeşil Ejder yılının Akyılan Ayının 8. günü,

“Bu garip topraklara geldiğim ilk gün… Benimle birlikte bu topraklara sürülmüş bir grup ile birlikte Aşırı yağmur altında Yeni Umut diye adlandırdıkları kamp yerine ulaştık… Buralara boşuna lanetli topraklar demiyorlar daha ilk geceden atalarımı huzursuz edici rüyalar gördüm… sabah kalktığımda herkesin yüzü dinlenmemiş gözüküyordu sanırım benim hissettiklerimi onlarda hissettiler… Ayrıca bu diyarın hayvanları bir hastalık taşıyormuş o sebeple hayvanların etlerini yemiyor kimse… Kamp yeri eski bir binanın kalıntılarının çevresine dikilmiş tahta bir duvar ve ortadaki iki çadırdan ibaret… İçeride çokta dost canlısı olmayan memurlar ve çok ufak bir garnizon var… bu kampın ahalisi buraya sürülen insanları pek sevmiyor… Hani haksızda sayılmazlar… Ne de olsa yemeğe ortakçı gözü ile bakıyorlar… Kampın başındaki memur kampın sınırları dışına hiç çıkmamış ve çıkmaya da niyeti olmayan bir adam… Kimisi memur, kimisi değil 3-4  tüccar daha var kamp yerinde… Garnizon dediğime bakma 10 kişilik bir askeri grup var kampı koruyan… Başlarındaki çavuşun tek kafasına taktığı kampı korumak yoksa dışarıda birini kesseler adamın umurunda olmayacak gibi… Benimle birlikte gelenler ilginç adamlar… biri bir çeşit deniz Haydutuymuş sanırım… Aralarında geçirdiğim bunca zamana rağmen dillerini hala tam olarak anlayamıyorum… Bir soylu var aralarında ne iş yapar bilemiyorum ama öyle bir adamın bu topraklarda olması için bir sebep yokmuş gibi geliyor… Ancak bu insanların geleneklerini bir türlü anlayamıyorum… bel ki ismini almak için ispata gelmiştir… Bir de iri yapılı bir adam var… Onun kutsal olduğunu söylüyorlar ve genelde insanlar saygı duyuyor bu adama… 
Geldiğimiz gecenin sabahı biraz kampı tanıdıktan sonra güneydeki lanetli topraklara doğru yola çıktık… kamptan bize birer at ve bir günlük azık verdiler… kampın güneyinde taştan bir köprü var… bu köprü soylunun çok dikkatini çekti oturup inceledi uzun uzun… köprünün altından geçen su temiz içilebiliyor… köprüyü geçtikten sonraki düzlükte kan izlerine denk geldik… yaralı büyük bir hayvan… bir süre sonra bulduk keskin sırtlı bir yaban domuzuydu… Shujenganın yardımları ile yaratığı öldürdüm… soylu gelip arkadan izlemekle yetindiği av için hak istedi… Buranın davranış şeklini çok anlamıyorum… Sanırım topraklarla ilgili bir hakkı var ki bunu talep edebiliyor… Shujenga nın bir şeyer söylemesini bekledim, ama itiraz etmeyip avı paylaşmayı kabul etti… Sosyal yapılarını hala anlayamıyorum beklide bir tür derebeyidir bu soylu… Domuzu atlarla çekip köprüye kadar getirdik… Deniz eşkiyası kamptan tüccarlardan birini getirdi adam domuzun derisini yüzüp bize karşılığında altın ve deri işi önerdi… Domuzun dişlerinden ikisini aldım bir şeytan maskesi yapmak için oldukça iyiler… Tüccarlardan biri ile anlaşıp onu şeytan maskesi yapmaya ikna ettim… umarım istediğim gibi bir şeyler yapabilir… Kampa döndüğümüz için öğlen yemeği kampta yedik bu garnizondaki askerleri çok memnun etmedi açıkçası… Öğleden sonra çıkıp nehir boyu batıya ilerledik… burada bir Balıkçı topluluğu var… Kurbağaların çok olduğu bir yerde balık tutuyorlar…. Bizim toprakların balıkçılarına pek benzemiyorlar… Sanki bir şeyler saklıyorlarmış gibi bir halleri var ama bana mı öyle geldi bunada çok emin değilim… Balıkçılardan bölgenin başının belasının fareler olduğunu öğrendik… fareler hem de köpek büyüklüğünde fareler…. Fareler kuzeydeki yıkıntılardan geliyorlarmış… iki diş şeklinde kayanın oralardan… O bölgeye yönlendik… diş şekilli taşlar aslında insan elinden çıkmış başta fark etmek zordu… Özellikle Shujenga’nın çok ilgisini çekti bu taşlar… Bir süre inceledi… sonra ilerleyip bu taşa benzeyen yerlerden geçerken bir nevi yıkıntılara ulaştık… sanırım farelerin ini buralarda bir yerlerde… biraz inceleyince taşlardan birinin üzerinde hareket eden resimler gördük… gerçekten buraya lanetli topraklar demeleri çok mantıklı… Yanımda Yeşim parmak olmadan bu topraklarda olmak oldukça can sıkıcı… Umarım toprakların kötülüğü ruhlarımıza da işlemiyordur… fareleri yuvalarından çıkarmak için biraz ateş yaktıysak da hiçbir hayvan görmedik… ya yuvaları düşündüğümüzden derinlerde ya da hayvanlar bizi hissedip kendilerini göstermediler… Hava kararmaya yaklaşırken bu bölgede gece kalmanın yanlış bir karar olacağında hem fikir olup, kampa geri döndük ”

Azactoth

  • Kerberos Kompany
  • *
  • İleti: 2645
    • E-Posta
Ynt: Kakita Kanbei'nin Günlüklerinden
« Yanıtla #1 : Haziran 15, 2011, 11:35:37 ÖÖ »

Yeşil Ejder yılının Akyılan Ayının 10. günü

“Bu sabah kamp alanına çıktığımda on başı yanıma geldi… Yeni gelen gibi bir şeyler söyledi… ve beni kaldığımız viranenin içindeki bir odaya doğru götürdü… sanırım dün akşam yağmurda duyduğum sesler bir başka kervana aitti… Odada daha önce kampta görmediğim yabancılar vardı… Anladığım kadarıyla onlarda bizim gibi bu topraklar gönderilmişler… İçlerinden en garibi şüphesiz koyun koyuna yattığı kurtla dolaşan peri ahalisinden olduğunu tahmin ettiğim vahşi… vücudunun her yerine çaputlar bağlamış… Diğer bir kayda değerleri ise, bir dev… benden en az bir adım daha uzun bir savaşçı onun bir yojimbo olduğunu öğrendim… hemen hemen kendi boyunda bir kılıç taşıyor…. Genç bir gözcüleri var… Bu topraklara görevle gönderildiğini söylüyor… Yeşil Aslanlar denilen bir birlikten bahsediyor ve kendisinin onlardan biri olduğunu iddia ediyor… İdealleri olan biri, ruhunun bu yanından hoşlansam da devamlı yapmadığı şeylerden yapmış gibi bahsetmesini tecrübesizliğine vermekte fayda var… Son adam aralarında en konuşkan olanları… her ne kadar dillerine hakim olamasam da iyi bir hatip olduğunu tahmin ediyorum… Sanırım odaklanma ile ilgili bir sorunu var... Nasıl olduğunu tam kavrayamasamda nereyse her konu hakkında bir fikri ve söyleyebilecek bir sözü var... Odaklanma eksikliği sebebiyle yaptığı hiç bir işte uzmanlaşmak gibi bir hevesi olduğunu da sanmıyorum... Bu toprakların insanlarını anlamak gerçekten zor...  Genç çocuk gelir gelmez Baş Tüccarla takıştı… Kimsenin kendisini önemsemesi ruhunu incitiyor olmalı… Birinin kendini önemsemesi için önemli biri gibi davranmaya çalışmaktan vaz geçtiğinde gelecek vaad edebilecek biri gibi duruyor…
 Yeni gelenleri kamptaki insanlarla tanıştırdım, sonra birlikte güneye doğru bir geziye çıktık… güneydeki düz ovayı dolanırken buraya gelip bu topraklarda yaşamaya başlamış bir hermit ile tanıştık… Onunla konuşurken insanların kızıl göt dedikleri kabilenin bu topraklardaki ismini öğrendik… sanırım kabilenin ismi ile ilgili bir kelime oyunu olmalı, çünkü ne zaman kabileden bahsetsem insanların yüzlerinde gereksiz bir gülümseme oluşuyor…
Güneye devam edip kayalık alanları dolaşırken bir çok mağara girişi bulduk… Bu mağaralardan  birinin içini incelemeye kalktığımızda buranın eski bir maden olduğunu ve bölgedeki eski madenlerin çürümüşlükten göçmeye meyilli ve ciddi tehlikeli olduklarını öğrendik… içine girdiğimiz maden göçünce canımızı zor kurtardık bu arada lambam göçük altında kaldı…
Bu madenlerin çevresinde bulduğumuz ,izcilerimizin insanlara ait olduğunu söyledikleri ayak izleri ise şimdilik bir muamma… Şimdilik bu kadar… Çevreyi araştırmaya devam ettikçe raporlarımı güncelleyeceğim…